31 Mayıs 2013 Cuma

12.Gün: "Anne Yemekleri"

Selam!

Tatil öncesi son akşamım. Cuma günü sıcaklar sıcağı Istanbul beni bekliyor olacak!

Yarın akşam saatleri itibarı ile ayın 16'sına kadar hiçbir gemi, navlun vs vs ile uğraşmak zorunda kalmayıp, keyfim ve kahyası ile beraber üçlü şekilde takılmayı planlıyoruz :) Fazla dağıtmadan, fazla dağılmadan yemekler de tabii cabası... Fazla içki içmeyi düşünmüyorum..Belki ayran (!) olabilir :)

Yanlız şimdi "yemekler de cabası" diyince tırstım bir anda da ha! :) Gerçi "Bu iki haftanın en büyük kaybı bu olabilir herhalder" diye düşünürken, büyük ihtimalle benim spora gitmemle ilham alıp haftanın belirli günleri evinin yanında olan otelin salonuna giden babam, "bak sen gel, iki hafta boyunca beraber spora gideceğiz! yanlız gelirken ayakkabılarını yanına almayı unutma!" yorumunu yapınca biraz da olsa rahatladım :) O değil de, gene bir sürü eşya taşıyacağız ya...lan bir türlü elimi kolumu sallayarak gelemeyecek miyim şu Istanbul'a?! :)

Ya zaten adam gibi bi bizim Batu ve Doğan ile kahvaltıda dağılacağım gibi gözüküyor...Cumartesi sabahı beni Sarıyer'de çok ağır bir börek + poğaça bekliyor....Kendimi açıkçası haftalardır o sabaha hazırladım gibi :) Bakalım onu nasıl yakacağım. Ekstra mekikler, ekstra koşu dakikaları...İnce ayrıntısına kadar onu da anlatırım.

Onun dışında eğer annem benim sevdiğim yemekleri (kurufasulyepilav, imambayıldı, vs,vs... umarım yapmaz.) yapmaz ise, kendimizi ottan kurtarmayıp bol spor ve hareketle bu 15 günden teğet geçeceğiz herhalde...Gene de fena değil ya...

"Gene mi Laugenbretzel?! Ya Emre, sen sıkılmyor musun her gün her sabah aynı şeyleri yemekten?!" diyerek içindeki atarlı genci ortaya çıkartan ofis arkadaşıma artık bugün hak verdiğime kanaat getirdim. Istanbul dönüşü kahvaltı düzenimde güzel bir oyun oynamam şart! Daha erken saatlerde yatıp, güzel saatlerde kalkıp, salt bir tuzlu pretzel yerine "adam gibi bir kahvaltı" ile öğle/öğle sonrasına kadar sıkı şekilde mideyi tutup, öğle yemeğinı bugün yaptığım gibi süt-elma ile geçiştirmek en iyisi olacak...

 bu arada çok dağınık çalıştığımı fark ettim.

Ya, bu arada bu süt-elma'ya fena sardım, offf! Mideyi dolu tutmasından ziyade, ayrıca rahatlatmasını değişik, ama çok hoş buldum. Planlarımın arasında bu şekilde en azından bir ay kadar takılmak var. Sonuçta alınması gereken şeker ihtiyacı ve yağsız süt, protein şeklinde geçiliren öğle yemeği, bünyeyi akşama daha rahat hazırlıyor...Akşam da abartılmaz ise gün sıkıntısız bitiyor.

Cuma sabah uçacağım, ve yarının tatil öncesi son iş günüm olduğu için gerekli/gereksiz her türlü iş tarafıma sevk edildi, ve başımı kaldırdığımda saatin 17:45 olması açıkçası mutlu etti. Aklıma uçuş sonrası yanına giderek kollarımı açıp kokusunu içime çekeceğim ve "henüz kirlenmemiş olduğunu hayal ettiğim" Boğaziçi'ni getirdim, bıyık altından da gülümsedim hatta :) Bugün Çarşamba olduğu için haftanın ikinci Almanca kurs günüydü, spora gitmedim. Yarın iş çıkışı (umarım erken çıkabilirim...ki hiç zannetmiyorum ama...) salona gideceğim. Mekik ve yanlara daha bir abanmam gerek.

Eve gittiğimde dolapta dünden aldığım ama sunta-yoğurt ile ihanet ettiğim canom brokolim hüzünlü şekilde bıyıklarıın bürmüş bana bakıyordu, kıyamadım "gel" dedim, "bu akşam benimsin!" :)

az da tuz ekleyince tadı fena olmuyor..
Yaklaşık 5 dakikalık kettle, üzerine 10 dakika'lık tencere kaynatması ile brokolim 15 dakika sonra selamını çakmış ve göreve hazır şekilde beni bekliyordu. Kırmadım, yoğurt, kırmızı biber ve yanında sunta ile 10 dakika içerisinde sünnetledim (bu "sünnetledim" lafı aslında eski bir lafmış. sanıyorum "yiyerek yemeği aradan çıkarmak" anlamında da kullanılabilir..? Leyla ile Mecnun'un bir bölümünde, sonrasında da Osmanlı Tokadı'nın son bölümlerinden birinde duymuştum, tabii Leyla ile Mecnun'da komik gelmişti haliyle :)


sunta ile birlikte yenilince mide yaklaşık 10 dakika sonra şişiyor,
su ile içmek zor geliyor.

Minik minik esnemeye başladım...Yemekten yaklaşık 1 saat sonra içtiğim Türk Kahvesi nedense yavaştan uykumu getirmeye başladı. (ya kahve içince insanın nasıl uykusu gelir ya? neyin kafasındayım ki acaba....)

En iyisi dükkanı bu gece erken kapatmak.

Yarın akşam yemeğine geçen günlerden kalma Kuşkonmaz ya da dondurulmuş ıspanak var. Dondurulmuş yemeklerin ne kadar güzel olup olmadığını, sağlığa ne kadar yararlı olduğunu falan anlatırım, takip edin derim valla :)


Emre
Bremen | Almanya
30.05.2013 - 00:33

29 Mayıs 2013 Çarşamba

11.Gün: 'Soya Sütü"

Selam!

Hem gereklilikten, hem de ofis arkadaşımın minik ricası ile gittiğim çamaşırhaneden anca dönebildim, sıcağı sıcağına günün ardında kalanlardan bahsedeyim! :)
(bu "günün arda kalanları" lafı da çok bi ana haber bülteni girişi lafı gibi oldu...sevmedim valla...)

Ya aslında şu Corn Flakes işini seri bir şekilde çözmem gerek... Sabahları nedense artık Laugenbretzel yemekten ziyade 10 dakika daha erken kalkıp Corn Flakes ile öğleden sonra 14'e kadar rahatlıkla durabilmek istiyorum. Şahsen sabah yediğim o iki Laugenbretzel beni aşağı yukarı 1.5 saat sonra (saat 10 sularında) gene acıktırıyor, sonrası 12:30-13:00 sularına kadar "artık öğle arası gelse de yemek yesem!" le geçiyor :)

Bugün öğle yemeğinde dünden aldığım soya sütünü ve iki tane elmayı götürdüm. Soya sütü, kelimenin tam anlamı ile "pek de hoş olmayan" (4 kelime oldu, çaktırmayın.) bir tada sahip. Evet, ilk içilişte süt tadı geliyor, ama final damlalarını yutarken sanki pilavı suda bekletmişsiniz, ve o suyu içermişçesine bir his sizi karşılıyor. Bu hissiyatın sebebini araştırdım, soya sütünde genelde bu tad olurmuş ("tad" mı yoksa "tat" mı....) Süt ile birlikte elma yemek de ne kadar mantıklı bir hareket diye düşünürken bir internet sitesinden/forum sitesinden aldığım bilgi aynen şu şekilde:

"meyvedeki şekerın kana daha yavaş karışması, dolayısıyla da ani kan şekeri yükselmesi/düşmesi durumunu engellemesi için yanında süt grubundan protein veriliyor (süt/yoğurt/peynir, vb) Süt ürünlerindeki protein şekerin kana karışımını yavaşlatıyor, dolayısıyla daha geç acıkıyorsunuz, kana karşıan şeker direkt olarak depo olmuyor"


boş kahve bardağı - soya sütü - iki elma

"Nasıl yani?!" tepkisini veririken ve bir yandan bu satırları okurken, diğer yandan da bir yudum süt alıp elmayı ısıra ısıra sütün yarısına geldim ve elmayı tamamladım. Yaklaşık birkaç dakika sonra artık nasıl tıkadıysa, sütün devamını ve tabaktaki diğer elmayı bitiremedim. Sanıyorum "zayıflama" mantığının temelinde "midenin şişkinlik kazanarak doygunluk hissiyatı yaratılması, dolayısı ile fazla yiyememe" yatıyor mu?....ileriki günlerde artık göreceğiz :)

Ofis sonrası spor salonu! 15 dakikalık bisiklet ve yarım saatlik mekikler sonrası (bu yarım saat içerisinde kaç tane mekik çektim sayamadım, ama bir ara bunun matematik hesabını yapacağım) kendimi sırf yanlarımı çalıştırsın diye değişik bir alete soktum. sadece bel kıvraklığı isteyen ağırlığı sağa ve sola çevirten bir alet...Bundan da 5x15 yaptıktan sonra finali 15 dakikalık ay yürüyüşu ile yaptım. Sonrasında tabii ki koşar adımlarla önce ev, sonra çamaşırhane!









içinde değişik tadı olan bir su var.



bisiklet sonrası durum.



ay yürüyüşü işte böyle birşey.
bu arada burada pek bi dobi çıksaymışım?

Aslında kafamda erken saatte eve gelip brokoli yapmak vardı. Çok uzun zamandır yemediğim, ama yiyince de bayağı bayağı kendimden geçtiğim süper bir lezzet! Üstüne light yoğurt, ve finalde kırmızı biber! :) Bazen yanında portakal suyu ve sunta gayet güzel gidiyor, ama niyeyse bu aralar portakal suyu içmiyorum, canım istemiyor herhalde...(bi ara gidip alayım ya bi şişe..?) Çamaşırhanede geçen zamanın sonunda evime gidip güzel bir yemek yapabilmek isterdim, ama günün finalini sunta-yoğurt ile yaptık :)
beni yarı yolda bırakan şarj aletimin yerine,
 bilgisayarımın tamamını aldım. evet. bunu yaptım.

Bugün çabuk geçti.
Şimdi asıl tehlike...."Istanbul"....

Hareketsiz, sporsuz kalmamam gereken bir 15 gün.

Bakalım neler bekliyor beni!



Emre
Bremen | Almanya
29.05.2013 - 00:52
(Istanbul'a dönmeden tartılmam gerek.)


Bremen'in akşamları fena değildir.


10.Gün: "Muz ve Portakal Suyu"

Selam!

Bugün akşam Almanca kursu ve sonrasında da Bremen Rotaract Kulübü ile (http://bremen.rotaract.de) (www.facebook.com/Rotaract.Club.Bremen) toplantıda olduğum, ve eve yaklaşık 45 dakika önce geldiğim için çok hızlı, kısa ve açık olarak bugünü ne yazık ki geçiştirmem gerekiyor. Yarın kurs yok, rahat rahat uzun uzun anlatırım :)

Sabah kahvaltı yoktu. her zamanki gibi Laugenbretzel'ı kaparak ofise geldim. Ofisteki iş yoğunlu, dosyaların ve seferlerin kontrolü, hesaplamalar vs derken kafamı kaldırdığımda gene saati 12:30 etmişiz. (şu kafamı kaldırdığımda zamanın hızlıca geçmesine de acayip bayılıyorum!) 

Ofiste süt bitmiş, süt almak için markete uğradım. Her zaman içtiğimiz 1.5%'lik sütten yoktu (g.tümün kenarları, 1.5%'lik az yağlı süt içiyorlar...bir yandan da tüm gün 1 litrelik kola içen iş arkadaşlarım var...) , ben de 3,5%'den 4 kutu ve 4 tane Bio elma kaparak kasaya doğru ilerlerken gözüme Soya Sütü çarptı. Soya sütü uzun zamandır içmemiştim, yarın öğle yemeğinde deneyeceğim, sonrasında tüm yorumlar gene burada olacak tabii :)

Ofisten çıktıktan sonra eve uğrayamadan Almanca kursuna gittim, yolda bir elma patlatır mıyım diye düşünürken kendimi bir anda kursun kapısında buldum, minik mide ağrıları şeklinde derse girdik, allahtan ders hızlı aktı da çabucak çıkarak kendimi bir markete attım :)

Akşam yemeği niyetine tam 5 tane muz yedim. İçimde muz ağacı çıkması muhtemeldir, ki minik minik karnım ağrıyor da şu anda...

5 muzu yiyerek gittiğim toplantının (ya, bir insan akşam yemeği niyetine nasıl beş "5" muz yer?!...neyin kafasındaysam artık!)  sonrası kulübün belirli bir çoğunluğu ile Bremen meydanındaki Alex adlı restorana gittik. Benim portakal suyu ısmarlamam niyeyse herkesin bir garibine gitti ki?! O kadar insanın arasında illa ki içki mi içilecek? :) Ayran sordum, ama bünyelerinde yokmuş, "neyse" dedim   "madem öyle, ben de portakal suyu ile idare edeyim" :) Tadı fena değildi...Gerçekten taze portakallar olduklarını söyleyemeyeceğim pek ama, tadı gene de dedğim gibi idare ederdi...Alex'te ileride yiyeceğim yemekleri ve yemeklerle ilgili tüm acımasız yorumlarımı buradan gene yapacağım, çünkü en son yediğim yemeği sonunu pek merak etmeden yemiştim, acısını fena çıkarmıştı bünyemden....


Leyla ile Mecnun 100. bölüm'ü yapmış...umarım bi 100 daha çekerler o kafayla giderek :)


Evet...bugün de bitti.

Kalın, yağlı, mis gibi anne yemeklerine kaldı 3 gün!



Emre
Bremen | Almanya
28.05.2013 - 01:04
değişiklik iyidir.



                                                                 


26 Mayıs 2013 Pazar

9.Gün: "Brunch"

Selam! Bugün Pazar! :)

Yani yemek ve zayıflama konusunda "dağılarak dağıtmayı" en rahat başarabileceğim gün!
Yasağın, diyetin, az yemeğin, şekerin, yağın, tuzun abartılabileceği tek gün! :)
(hoş, bu da aslında bir şekilde yalan oldu diyebilirim ama....)

Sabah, gecenin verdiği o ağır ve mutlu uyku, soğuk görünüşlü çalar saatimin (evet. şu anda çalar saatimi kişiselleştirdim. Saatin bana bakışının çok kötü olduğunu ve her sabah çaldığında kapatmak istediğimde bana "kalk ulan eşşek!" şeklinde baktığını düşünmekteyim) o iğrenç E! E! E! sesi ile son buldu, 07:30'da uyandım. Ya bu çalar saati kim icat etmiş gerçekten bilemiyorum, belki birazdan araştırırım, ama insanı en rahat şekilnde, en azından huzurlu bir şekilde iken rezil bir konuma, duruma sokan o mucidin daha sonra jenerasyonlarca küfür yediği açıktır herhalde...En azından benden bu sabah metrelerce küfür yediğini söyleyebilirim! :)

Sabahın o ilk uykulu saatlerinde o halde ofis maillerine "akan" mesajlara cevap verme zorunluluğu da işte işimin zorluklarından...7/24 hazır bekliyor olmak da cabası tabii..Ters bir mesaj, doğru bilginin karşı tarafa bir şekilde farklı olarak aktarılması bir çok yanlış anlamayı beraberinde getiriyor, bunun için de yarım saatlik uyku ile bile olsa çok dikkatli şekilde alınan bilginin değiştirilmeden aynı özen ile gerekli yerlere iletilmesi gerekiyor....gerekiyor da, o saatte değil be usta?!....Afyon patlamamış, hani bünyede o afyonu daha yeni yetiştirirken rast gelen saatte bana verilen bu görev, kahve ile perçinlenebilecek bir 10 dakika sonra tarafımdan icra edilse..? Yoook! :)

Bir yandan espresso ( ya da herkesin bildiği ve benim nefret ettiğim deyimle "ekspresso") yapmaya çalışırken, diğer yandan da hızlı hızı mesajları dökmek/yazdırmak ve cevaplama peşindeydim (bu arada aç karnına içilen double espresso hiç de iyi bir fikir değilmiş...) O işlerin bitmesi, etrafı kalın uzun kollular ve kot pantolon giyinerek düzeltmem, temizlik vs saat 12:00'yi buldu (Ya tamam! Merak etmeyin! Ev o kadar iğrenç değil, ben biraz nazlı ve aheste takıldım :) Arada Behzat Ç izledim falan....yanlız final bölümü de gerçekten fenaymış ya..herşeyini kaybetmiş bitmiş bir adamın "ben yavaştan kaçar usta" şeklinde uzaklaşarak gitmesi gerçekten üzdü..). 


kaşar - camembert - domuz pastırması - kepekli ekmek
patates salatası - tereyağı - çilek reçeli - bal
Mayıs'ı sonlandırıp Haziran'a göz kırptığımız (bu lafa da hastayım bak!) bu birkaç günde dinmeyen yağmur, "vay arkadaş ya?!" dedirtip bugün de dinmedi. O saatte yağmurun ayakkabılarıma kadar işlemesine göz yumarak şehir merkezi Domsheide'deki ('Domshayde' şeklinde okunuyor) HB Bremen lokantasına giderek Pazar brunch'ımı yaptım (birbirlerine "Ah şekerim! Bu hafta bize gelsene, beraber Nişantaşı'na brunch'a gideceğiz" diyen bayanlara benzettim kendimi bir anda). 

11.90 yuro'ya kelimenin tam anlamı ile "geberinceye" kadar yemek yiyebileceğiniz bu mekanda, geleneksel kahvaltı tabaklarının yanı sıra, et, tavuk, balık, vejeteryan, sebze vb yemekleri sıcak olarak da yiyebiliyorsunuz. Mekanın 11.90'a bunları sunarken aslında kazandığı şey içkiler/meşrubatlar oluyor tabii ki! Garsonumun bana 2 kere "beyefendi birşey içmek ister msiniz?" ve bir kere de "birşey içmeyeceğinizden emin misiniz?" sorusu bana bilgisayar programlarını silerken karşıma çıkan "emin misiniz?" sorusunu hatırlattı :) İstanbul'da bizimkilerin her Pazar hazırladığı 874563432 kalorilik kahvaltısının yanında bugün yediğim brunch sanıyorum hava-cıva kalıyor :)

Yemek sonrası deniz kenarında yürüyerek ve bu soğuk havaya aldırış etmeden bisiklete binip bilinmeze doğru ilerleyen genç-orta yaşlı Bremen'lileri izleyerek evime doğru yola koyuldum, eve uğramadan maksat yukarıda görmüş olduğunuz tabağın rahatlıkla midede öğütülebilmesi adına Cafe Liftass'ta bir tane "ekspresso" içtim, fazla durmadan eve geldim. Mesela şu iş, toplasanız 1.5 saat sürmüştür, evden 1.5 saat olmuş ayrılalı...kardeşim ne ara ev tozlanıyor ben de bunu merak ediyorum?! Zaten sırt ağrım var, ağır da makina bu elektrikli süpürge, o kadar çabaya rağmen hala evin belirli yerlerinini tozlanıyor olması insanı delirtiyor haliyle :))

Neyse, bir kaba toz alımı, süpürge sonrası kendimi Osmanlı Tokadı ve sonrasında Almanca çalışmasına verdim, bu esnada herhalde "n" sayıda şekersiz çay içmişimdir :) (iyiden iyiye çaya bünyeyi alıştırıyorum, aslında pek de normal birşey değil bu...)

Kendimi tam olarak takip edemeden akşamı yapmıştım ve bu esnada Miles Davis'in müthiş albümü Collectors' Items'ı dinledim. Akşam üstü vakitlerinde (saat 16:00-17:00 suları) dinlenebilecek hoş albümlerden..

miles davis - trompet
sonny rollins + charlie parker - tenor saksofon
walter bishop + tommy flanagan - piano
percy health + paul chambers - kontrbas
philly joe jones + art taylor - davul

Akşam yemeğini de bir yandan Almanca çalışırken çift kaşarlı tost (Pazar dedik ya hani! ;) ve şekersiz çay ile geçiştirdim diyebilirim. Çayı da artık ne kadar koyu yaptıysam, normalde tostun ikincisine acımam, bu sefer yerimden kalkıp hazırlamak bile gelmedi içimden :) Yanlız peyniri değiştirmem gerek...Gouda peyniri tost için gereğinden fazla yağlı bir peynir, ki bir insan tost yerken niçin boğazı peyniri ısırdıktan sonra bir yanma/acı hissetsin ki...artık nasıl bir yağ varsa! Neyse, kısa zamanda daha az yağlı değişik bir peynire dönmem gerek sanırım...


Yarın akşam kurs var. Kursa gitmeden hafif birşeyler bulmam gerek yemek için..Aç karnına kafaya hiçbir şey girmiyor valla, boş boş oturuyorum ve aklımda sadece kurs sonrası yiyeceğim yemek oluyor sonra :)

Emre
Bremen | Almanya
26.05.2013 - 23:44
(modern çalar saat, sanıyorum her sabah 4'te işine gitmek amacı ile kendisini uyandırması için New Hampshire'lı Levi Hutchins tarafından dizayn edilmiş, ama daha da öncelere gidilirse olay Plato'ya kadar uzanıyor)

8.Gün: "Geç Saatler"

Selam!

Bugün blogun şu ana kadarki en geç saat girişi gibi duruyor...Borussia Dortmund - Bayern Münih Şampiyonlar Ligi Final Maçı'nı Viertel Lagerhaus adlı pub'da izlediğim ve Bayern Münih'in 2-1'lik ezini üstünlüğüne sevinip kupa törenini sonuna kadar takip ettiğim için eve geç kaldım, yazıya dolayısı ile geç başlıyorum, hatta şunu söyleyebilirim ki kendimi toparlamam anca şimdiyi buldu :)

Sabah her Cumartesi çalışma sabahım gibi erken saatte asker şeklinde idi, ki yarın ne yazık ki bu sabah saydırdığım gibi şekliden olacak... Etrafın/tüm alışveriş merkezi ve kapalı olması en büyük handikap, bugünün en güzel yanı spora gidebimem oldu  :) Cumartesi günleri kimsenin gelmemesi müthiş aslında....Rahatlıkla spor salonuna girip, kimsenin seni rahatız etmeyeceğinin bilincinde olarak tüm gerekli hareketleri yapıp, rahatlıkla duşu alıp, rahatlıkla giyinip eve dönülebiliyor. Cumartesi günleri şu ana kadar neden hep evden çıkmadım, uzun uzun yattım, kendime kızıyorum şimdi :)

Gözlerim çok fena kapanıyor yanlız... Hatta yukarıdaki çoğu kelimeyi gözlerimi kaptatarak yazdım. Sanıyorum bugün kısa keseceğim gibi duruyor, esnemekten ağzım/yanaklarım acımaya başladı! :))

evet. üstümdeki Antalyaspor forması! :)
Bugünü detaysız olarak kalem kalem anlatacağım.

1) Sabah iki tek kaşarlı tost ve şekersiz çay
2) Öğle - sabah kahvatısı gibi...(kaşar peynir, zeytin, 2x kızarmış kepek ekmek, çay ve elma
3)Akşam üstüne kadar belirli aralıklarla çaya devam
4) Akşam Roka - Yoğurt - Kırmızı Biber - Çay (böyle yeşil bir salatanın yanında meşrubat yerine çay içebiliyor olmam da değişik...)

Haa bak, izlerken içinen bir Portakal Suyu da var tabii.

Spor'da neler yaptım?
- 15 dakika bisiklet
- 30 dakika mekik
- 100x sağ ve 100x sol 15 kiloluk bundle'lar ile "yanları çalıştırma"
- ay yürüyüşünde geçirilen 20 dakika / gelen 150 Kalori
akşama bir ara patates yemeği yaptım, ama 4 orta boy patatesle.




İşlerimi halledip eve gelmiş, atıştırmalık birşeyler arıyordum. Dolabın en dibinde kalan sarıya kaçan bir elma ile ögünler arası atıştırma durumumuzu da halletmiştik. Eve dönüş ve akşama kadar türlü türlü şeylerle uğraş...Gerçekten hiçbir şey yapmadan sadece "durmak" da yoruyor çok fena insanı...

Oturup patates kestim! Hatta 3-4 tanesini kenara ayırıp patates yemeği yaptım :) Her ne kadar nişasta mıdeye ve sağlıga zararlı bir etki verse de, insanımız 4-5 patates ile kalmazlar .


Bugünlük budur.

Dayanamıyorum! :) 



Emre
Bremen | Almanya
26.05.2013 - 01:30
(kendimi gece erken saatte yatmaya alıştırmam gerek...)


24 Mayıs 2013 Cuma

7.Gün: "Bagel"

Selam!

Bugün blog'un ("bloğun"...artık "ğ" harfi kullanılır mı kullanılmaz mı bilemedim...) birinci haftası doluyor, ve bununla birlikte resmi olarak başladığım diyetin ilk haftası bitiyor.

Vücudumda belirgin bir değişiklik olduğunu şu an için söyleyemiyorum pek, ama mide kaslarının ilk günlerde ağrıyıp sonraki günlerde ağrımadan sadece kasılması, ve son 1-2 gündür de gayet rahat bir biçimde günün sonunu getirebilmem en azından vücudün spora ilk haftadan da olsa alıştığının göstergesi bir şekilde tahmimince...Eee, patates iken yerden birşey kaldırmak bile bünyeye o anları zul gibi hissettirirken, şimdi tavşan gibi her tarafa atlayıp zıplayabiliyoruz :))

Sırt ağrım biraz olsun geçti, ama yarın ilk iş tüm ofis işlerini hallettikten sonra yatak seçimi yapabilmek için şehire inmek olacak sanırsam. Yatağın bugün sabah kalktıktan sonra içeriye doğru göçmüş olması, iki sene sonra ev içinde genel bir değişikliğe gidilmesinin zamanını geldiğini gösteriyor, ki aslında geç bile kaldım! :) Yarın tüm gün kalınlar giyip (hatta yapılabilirse kazak vs gibi kalın şeylerle terlemek sureti ile -isilik olmayacağım söz veriyorum!- ) ev temizliği yapmak ve sonrasında güzel bir para bayılarak bisiklet tekerleklerini değiştirmek gerekiyor. Günün arda kalan zamanında ise bir şekilde salona gidip çalışmayı aksatmadan bi 1.5-2 saat daha takılmam gerekecek gibi...

Gün çok yorucu ve uykulu geçti. Bilgisayar başında kelimenin tam anlamı ile "hiçbir şey yapmadan" dünya saat oturmak, her boş anda kalkamamak, etrafta dolanamamak çok zor. Göbekle yakın temasla da oluyorsunuz :)) "Emre sen de hiç yerinde durmuyorsun?!" ayarını yediğimden beri ben, göbeğim ve simitlerim ile birlikte bilgisayara direk 30 cm'lik uzaklıkta günü tamamlıyoruz. O sırt, göz ve baş ağrısı çekilecek cinsten değil. Dolayısı ile o yemek araları aslında çölde vaha bulunmuş gibi geliyor benim bünyeye açıkçası :)

O aralardan biriydi bugün de, ve fakat ne yazık ki ofisten çıkamadım, gene 5 dakikalık bir alışveriş arası ile Salamibrötchen ile öğle arasını geçiştirmekle yetindim. Patronun bana yediğim için sabahtan aldığı minik elma, günün en şekerli anı oldu :))





Siz neler düşünürsünüz bilemiyorum, ama çayın içine konulan sütün değişik ve kendine bağlayıcı bir sihri olduğunu çok ciddi bir şekilde düşünmeye başladım :) İşin komik tarafı, şeker koymadığım çayın içerisine koyduğum yarım yağlı (1,5%) sütün etkisinin sanki çayı içine şeker koyulmuş bir hale çevirmesi...

Bu kadar güzel ve özel bir tadı neden önceden keşfedemedim, bu da benim hatam :) Ofis arkadaşımın "Hindistan'da herkes bu şekilde içiyor!" demesi çay üstündeki dar bilgimi az da olsun genişletti sayesinde :) Neyse, deneyin bence, çok fena bir tadı var ;) Şiddetle tavsiye!

Sinir ve ter dolu bir günden sonra kendimi şımartmanın vakti gelmişti! Yağlı birşeyler yiyip haftanın en ağır yemeğine kendimi gömmek kafamdaydı. Ama yolda giderken bütün düşüncelerim altüst oldu ve kendimi eve doğru sırf spor olsun diye 4-5 durak öncesinde inerken ve yürürken yol üzerinde Starbucks'a girerken buldum :)

Orangensaft - Salamikaesebagel - Frischkaesebagel

Almanya'daki Starbucks'ların belki de en sevmediğim yani Istanbul'daki gibi sıkma portakal satışı yapmamaları. Vay arkadaş! Ne kadar hijyene ve temizliğe özen gösteren insanlar! PEhhh!!! (sinirlendim...) Kendime bir portakal suyu, bir Frischkasebagel (sürme peynirli bagel) ve Salamibagel (salamlı bagel) alarak hamır humur yedim. Allahım amma açtım ya...! Bagelleri kısa sürede bitirince yemeğin midemde yarattığı başlangıçtaki o ağırlık etkisi, daha sonra gene kendime küfür etmemle sonuçlandı. Hayatta alışamayacağım şeylernde biri de gerçektne çok aç olduğunda bir yemeği yavaş ve daha rahat sindirerek yiyeyemek...Buna da alışacağız ama ne yapalım ;) Tadı fena değil ama...Türkiye'den bir farklı yanı da bu bagellar. İstanbul'daki çoğu Starbucks'ta bu bagelları göremiyorum, olsa da dağıtsak tüm Starbucks'ları ;)

Bagellar tabii mideyi şişirdiğinden dolayı bir şekilde ikisini de yakmak gerekti ve bu da, yaklaşık 20 dakikalık bir dönüş yürüyüşünün beni bekliyor olması demekti :) Uzun zamandır kendime uygun bir kafe arıyordum, ki oraya devamlı gidebilmek, akşamları birer çay içip, kitap okumak/çizgiroman okuyabilmek ve devamlı olarak giderek oradaki çalışanlarla tanışıklık yaratmak...ya işte maksat Almanca konuşmak olsun, başka işimiz yok da hani :)

Bir yer var devamlı gittiğim mesela, "Cafe Litfass"...ileriki yazılarda daha sonra bahsederim, orada da misal sigara içilmesi serbest olduğundan maşallah herkesle birlikte o güzel nikotin misssler gibi ooohhhh! akciğere işliyor, sonra üstünde güzel bir koku ile eve dönüyoruz, (tabii...o kokunun yanında Cacharel sürmek, Dior sürmek, Kenzo sürmek falan yalan olur yani!) sonuçta bundan bir şekilde kurtulmak gerek :) Minik bir kafe bulup içeriye konuçlandım ("konuçlanmak" / "konuşlanmak"...bunu da bilemedim henüz). Koca bir çayın sadece 1 yuro olması "vay arkadaş fenaymış be!" dedirtti ve oturtarak yeni Abdülcanbaz macerasına başlattı :) Öykü fena değil, ama bir Allahabad Elması değil...6 sayfadır karakterleri kavga ettiriyor Turhan Selçuk ve hala Abdülcanbaz'a giriş yapamadık...

Abdülcanbaz'ı bitiremeden mekandan kalktım ve yürüyerek eve geldim. Bisiklet olmayınca sevdiğim şeylerin başında geliyor yürümek. Paten / kaykay alternatifleri de var tabii, ama bir yararı olmayacaklarını düşündüğümden benden çoooo...kkk uzakta yatağın altında, bazanın en dibinde güzel ve rahat günlerimi bekliyorlar :)

Bremen'in en güzel yanlarından biri de havanın saat 22:00 sularında kararıyor olması...

Cuma da bitti. Pazar gelse de kendimi iyiden iyiye şımartsam ya...özledim kendimi dağıtarak yemeyi...

Geceye süzülmek için en hoş alternatiflerden biri Jazz. Güzel bir örneği için Miles Davis Quintet'e başvurabilirsiniz :)

Miles Davis: trompet
 John Coltrane: tenor saksofon
Red Garland: piano
Paul Chambers: kontrbas
Philly Joe Jones: davul



Emre
Bremen | Almanya
24.05.2013 - 23:40
(...bu gece erken mi yatsam acaba?)

6.Gün: "Yağmur"

Selam!

"Oğlum, sabahları Corn Flakes (mısır gevreği) yiyerek zayıflayabilirsin!" diyen annemin sözünü bu sabah dinlemek istedim açıkçası.. Ya kadın bazı şeylerin farkında aslında :) Gerçi o değişik ve daha bir "farklı" yöntem kullanarak Corn Flakes'i yoğurt ile (evet. yoğurt...) karıştırıyor (tadı pek de fena değil açıkçası...) Corn Flakes yiyerek maksadın mısırı yiyip değil, yaklaşk yarım kutu sütün kaşıklanarak bitirilmesi ile midenin şişirilmesi, ve bunun öğle/öğle sonrası saatlerine kadar sizi idare etmesi olduğunu söyleyebiliriz, ama sırtımın ağrısı iyiden iyiye kendisini göstermeye başladığı başka bir sabahla daha beraber olduğumuz için yatağımın bozukluğu beni kendisinden çok zor ayrılmama ve geç kalkmama sebebiyet vererek giyinme zamanımı bu sefer 3.5 dakikaya indirdi ve koşar adımlarla evden çıktım. Normalden bir saat, hadi zorlasam yarım saat önce kalkabilsem, dünyanın en efsane insanlarından biri olacağım, ama niyeyse yatağın tatlı sıcaklığı beni kasıp kavuruyor, o kalıncana yorganın altından kalkıp yaklaşık 9 saat masa başında oturmak hiç işime gelmiyor, ama işime gitmem gerekiyor ne yazık ki. ('kalıncana' ne demek lan?)

Sabahın körü ya!...Yağmur....ama nasıl! Hava da bildiğiniz 9-10 derece...Hani yağmur boşanırcasına derler ya ("boşanırcasına" mı yoksa "boşalırcasına" mı denir, şu anda kestiremedim gerçi..) şemsiye falan hak getire. En kuytu ve rüzgar almayacak yere sinip trenin gelip kapılarını açmasını dört gözle bekliyorum. Günün en kötü anı da o sindiğim yerden trene atlarkenki birkaç saniye oluyor, ki günün o tüm yağmurunu ensemden paçalarıma kadar yiyorum keza! Istanbul'daki havayı (weather.com'a göre bugün bol güneşli az bulutlu 23 derece) ve insanların t-shirt giyerek etrafta cıbıl cıbıl dolaşmalarını kıskançlıkla takip ediyorum. evet. yekten kıskandım şu an itibarı ile sizleri! :))

Her sabah olduğu gibi yine yeni ve yeniden fırının kapısını hızlıca açarak içeri girdim ve benim için daha uzakta gördükten sonra hazırladıkları pakedi alarak hızlıca ofise girdim. Almanya'da unun fiyatının artmasına rağmen, verdikleri ekmeklerin/sandviçlerin fiyatlarında bir değişikliğe gitmemeleri tabii çok sevindirici bir durum :)

karşınızda Laugenbrötchen :) 

Bu aralar ofiste işler biraz yoğun, bol stresli ve can sıkıcı gidiyor. Stresin insan vücudunda yarattığı etki, vücudun salgılandığı enzimler, ve nefes alış/verişlerin heyecan ve stresle birlikte hızlanması bir şekilde mide kaslarına da etki ediyor, ve "karnımız acıktı" mantığını kafamıza kazıyoruz. Aslında sabah sağlam yapılan bir kahvaltı pek tabii ki öğle yemeğini geçiştirmek için aslında ideal bir yöntem ("pek tabii ki") İş arkadaşım "tamam artık bu kadar çalıştığın yeter Emre, huoaaaapp!! duymuyor musun benu huuu?! heh tamam, kalk git birşeyler ye!" lafını duymamla kapıyı çarpmam bir oldu :)

Demişim ya, o fırında ekmeğin yanında başka her türlü şey var diye...Bugünün menüsünde de (bi de bu kelimeyi "mönü" olarak kullanırlar ya, ona da çok hastayım bak! Hoş, "Mönü" kelimesi kulağa fena Fransızca geliyor...) etli Chili Con Carne çorbası ile patatesli/bezelyeli sebze çorbası, şinitzel (domuz etinden), bolonez makarna, sabit bir menü olan 2 Bockwurstchen mit Krosses (bir küçük ekmek ile 2 sosisli), Pizzazunge (minik pide/pizza), Kuşkonmaz, ve daha ismini tam olarak hatırlayamadığım bir iki yemek çeşişdi daha....ve bunların yanında minik sandviçler, salatalar...Yapabiliirsem o minik fırın/cafe'nin de fotoğraflarını bir ara koyarım, ama bu yeri gerçekten görmeniz gerek ya...Bak özellikle restoranlarda çeşidin fazla olmasını hiçbir zaman hoş karşılayamadım, evet, aslında çok iyi ve çok olumlu bir şey, ama bu sevmediğim yanı, insanı hemen seçim yapmakta zorlandıracak kadar çok fazla çeşidin olması ve garsonların "evet, karar verdik mi?" şekilde yanlarınızda bitmeleri ile strese girmeniz..Bu sadece Istanbul'da değil, belki de Avrupa'nın her şehrinde var tabii ki.

2.5 dakikalık bir karar verme aşamasından sonra üzerinde minik çam fıstığı (Ferhan Şensoy'un deyimi ile "cam fıstığı") tanecikleri olan bir Camembert sandvici ile Cranberry (kızılcık) çayı :) Fiyat 2.5 yuro.

Camembert peyniri ile ilgili olarak 2007 sonu-2008 başı zamanında Danimarka Aarhus Üniversitesi'ndeki Erasmus zamanlarımda bir Fransız arkadaşım, bu peynirin tadının aslında gerçekten kötü olduğunu, ama ülkesinde bulunduğu şehirde (La Rochelle) herkesin deliler gibi yediğini, bu özelliğinin değişik bir yapım felsefesinden kaynaklandığını söylemişti. "Camembert peynirinin bir ekmek üzerine sürüp ekmeği fırına verirsen, ya da peyniri pakedinden çıkarıp bir tabak yardımı ile fırına koyup eritip sonra çıtır ekmeğin üstüne sürersen tadını daha lezzetli şekilde çıkartabilirsin" dediğinde onu pek fazla sallamamıştım, çünkü "ayak kokan bir peynirin" tadının ne kadar güzel olabileceği sorunsalı kafamdaydı hep. Ama sonunda bana "Şunu unutma" demişti, "en güzel peynir, ayak gibi kokan peynirdir" :) 

Uzun zamandır tatmak istediğim bir çay olan Kızılcık Çayı da aslında kendisini hemen sevdirdi :) Şekersiz olması kızlcığın tadını daha rahat bir şekilde alabilmenizi sağlıyor tabii ki :)





Akşam işimi saat 18:45 gibi bitirdim, on kala ofisten çıkıp saat tam 19:15'te gri t-shirt/şort/siyah ayakkabılarım ile haftanın 2.spor gününe hazırdım :) (ahahaha! bu ne ya, yuh sanki "yemekteyiz" programında gerekli olan malzemeleri alan kişilerin sonra söyledikleri, "herşeyi aldım, artık hazırım" tarzı konuştum resmen...rezillik)

15 dakikalık bir bisiklet sürüşü sonrası yarım saat boyunca mekik çektim :) Hayatımda hiç yarım saat boyunca mekik çekmedim ben ya? : ) Ya ama sebebini bilemediğim bir durumdan dolayı oradan ayrılmak istemedim! İtiraf edeyim yattığım mavi şişkin mat çok tatlı geldi, kalkmak istemedim! :) 
"E madem kalkmıyorum, zaman da benim zamanım, 8'e kadar devam edeyim bari" şeklinde 20-25 dakika daha mekik çekerek hemen "yanları" kasmaya geçtim. Yanları çalıştırmanın, o şişkin olan yanları (ya da biz şuna "simit" diyelim en iyisi..) simitleri ne kadar acıttığını çok uzun zamandır hissetmiyordum. Neyse, acı iyidir, vücudu şekile sokuyoruz sonuçta :) 
(Şu anda niyeyse "adddrriiiaaannn!!!" diye bağırasım geldi "acı" kelimesini falan kafamdan geçirince...)


 Mekik sonrası, yanları da çalıştıktan sonra, değişik bir alete gelmişti sıra. Hep yapmak istediğim, fakat spor salonundaki öğretmenin beni "henüz aletlere hazır olmadığımı" anladığı günden beri çalışanlara gıpta ile baktığım, hareket ederken sanki "kano" kullanırmışçasına kolları ve göğüs kafesini çalıştıran değişik bir alet :)  6x15 kere de (6 parti, ve her parti 15 kere) bu alete kasarak final aletim olan ay yürüyüşüne geçtim, 15 dakikada onu da hallederek duşumu alıp çıktım :) Daha çok terlemek, bunu için de forma ile çalışmak gerekiyor... 

Salondan çıktıktan sonra yağmurdan dolayı gene içime, paçama, donuma kadar ıslanmama rağmen kendimi bir şekilde soğuğu yiyeyerek trene attım, marketten bir kutu yoğurt ve bir paket roka aldım :) Hafta içi içki içmememe rağmen roka ve yoğurdun rakıyı andırması tabii doğaldır ama yoğurdun mideyi şişirmesi, rokanın da sebze olarak yoğurdu tamamlaması, kırmızı biberin de finalde yemeği güzelleştirmesi bu akşamı hoş bir şekilde tamamlamama yardımcı oldu diyebilirim :) 


Değişik bir sırt ve baş ağrım olduğu için bu akşamı kısa geçeceğim.

İnanılmaz, ama gerçek, yarın Cuma! :)

Pazar günü nasıl şımartacağım kendimi, onu tahmin bile edemiyorum.

Emre
Bremen | Almanya
24.05.2013 - 00:32
(umarım annem Istanbul'a gelişimde yemek konusunda abartmaz, şahsen en korktuğum konu bu :) 

5.Gün: "Kuşkonmaz"

Selam!

Hava bugün ne rüzgarlıydı be!...yani hani insanın kanı dondu denir ya, bak hadi onu geçtim. G..tümün donmasını da geçtim, damarlarımda bir ara ağrı hissettiğimi hatırlıyorum!! Noooluyoruz ya?! Bremen'in Mayıs'ın sonunda bile olsak bu soğuk havalarına iki senedir hala alışamadım (o değil de, ne ara 2 sene oldu ya....?) 

Ofise gelmeden birkaç bir yere daha uğramam gerekiyordu, yolumun üstünde meydanda Starbucks vardı, hayatımda hiç yapmadığım birşey yapıp ofise gitmeden kahve dükkanından kahvemi alıp gitmek ve Tom Hanks/Meg Ryan filmi - You've Got Mail'deki o sahneyi canlandırmak istedim. "Non-Fat - Decaf - Cappucino!" Ama havanın azizliği (bu lafın da acayip hastasıyım!) 'Emrecim sen gel otur şöyle kenara, adam gibi kahveni iç, sonra ilerle, hadi canım benim' dedirtti :)

Non-Fat (yağsız) ve Decaf (kafeinsiz) aslında bilinçaltında ne kadar zayıf bir kahve çeşidi gibi dursa da, başlangıçta tadı bir anlam ifade etmese de, yılların bünyemde yarattığı kahve tutkunluğu beni bu tadı da sevmeye yönlendirdi resmen :) Nescafe'nin mavi kapaklı kafeinsiz kahvesi gerçekten birşey ifade etmiyor, bunda belki hemfikir olabiliriz evet, ama işin içerisine non-fat süt girince decaf kahvenin tadını başka güzel şekilde değiştiriyor, kahve içerken sadece salt bir kahve değil, gerçekten kaliteli bir kahve içtiğinizi hissedebiliyorsunuz. Birkaç seneye kadar her gün yaklaşık 13 tane espresso içip kafayı bulurken içtiğim şeyin kahvenin dışında "kötü herşey" olduğunu düşünen bir bünyenin bu tarz hissedebilmesi değişik tabii. onun yorumu hakkında tartışırız bir ara ;)

herşeye rağmen sabahları Bremen pek de fena değil hani ;)

Sabah kareli gömlek (!) kazak (!) ve normal bir mont giyerek, bere takarak evden çıkmama rağmen (evet. bugün 22 mayıs. Istanbul'da insanlar t-shirtle dolaşırken burada bere takılıyor hala...) ofise giderken çok zorlandım, ve fırının sıcak olmasını bekleyerek geçen 15 dakikalık tren yolculuğundan sonra o uzun, kasvetli ve Arnavut kaldırımlı yoldan hızlıca yürüyerek kendimi attım sıcacık fırına! :)  Bu her sabah gittiğim yere fırın demek istemiyorum aslında, ama Almanca "Baeckerei" kelimenin tam anlamı ile ekmek fırını gibi birşey oluyor. Kulağa çok ters gelse de böyle :) Hoş, fırın olmasına rağmen ekmekten başka herşey, tatlı, tuzlu, etli/tavuklu yemekler, 9-10 çeşitli malzemeden hazırlayabildikleri salata, her türlü minik ekmeği düzenleme stilleri (Eierbrötchen = Yumurtalı Sandviç, ki yumurta hiç sevmem, Kaesebrötchen=Peynirli/Biberli/salatalıklı sandviç, Salamibrötchen= Salamlı sandviç) gibi her türlü alternatif var. Neyse, ben gene 1 yuro 80 sente Pretzel'lerimi alıp ilerledim.

Mide ağrısı ve stresle geçen bir öğle molası öncesi, karnımın gurultusu yanımda oturan iş arkadaşıma kadar gelip, "Emre, artık sen bi kalk da git birşeyler ye!" diyene kadar benim birşey söylemeden içten içe ısrarcı olmam pek kolay olmadı açıkçası. Bilgisayarın iki saniye boş bırakılmaya gelmemesi gibi bir durum söz konusuydu keza. 10 dakikalık bir mola vererek gene aşağıya indim ve bir Salamibrötchen istedim, ki ofiste yiyecektim :) Bir yerde görmüştüm, "Lunch is the new holiday break!" (öğle yemeği artık sanki bir Tatil!) diye bir reklam vardı...öööylesine aklıma geldi işte söyleyeyim dedim :) Öğle yemeklerini bekleyen bizim gibi çark ezilenleri için ideal bir slogan sanırsam..

Öğle yemeği arası Almanca çalışması ve Salamibrötchen - Süt ile 45 dakikada halloldu. (Evet. süt.) içecek başka düzgün birşey yok çünkü :) Normal çay bitmiş, sabah ofise geldikten beri içtiğim şekersiz sütlü kahveden gına gelmişti, yeşil çay da içmek istemiyordum valla :)) Ofiste herkes yeşil çay içiyor, kahve makinası bir tek bana ve bir iş arkadaşıma çalışıyor 2 senedir sanki :) Ama sütle yenilen bu sandviçin tadı fena değil gerçekten...sütün mideyi şişirdiğinden ziyade sanki elinizi mideniz üstünde gezdirdikten sonraki o rahatlatıcı etkisinin içtikten sonra bünyede hissedildiğini bir yerlerde okumuştum, önceleri saçma gelmişti ama sonraları - şimdiye kadar da - bayağı bir süre kafamda yer etmiş bir bilimsel yorum.


Akşam ofis ve kurs sonrası eve dönerken markete uğradım ve kuşkonmaz aldım! :) Dün de bahsetmiştim, bu Kuşkonmaz, Almanlar tarafından manyak gibi tüketiliyor ve bulunması çok da zor bir sebze. Kalorisi az, hazırlanışı kolay ve kısa, yenildikten sonra da midede herhangi bir şişkinlik yapmaması, ve fakat buna rağmen midedeki o tokluk hissiyatı bir sonraki günlerde de kendisini yedirtmek için kafanızı fena yoruyor! :) Ancak yapılışını net olarak bilemediğimden ev sahibimden yardım istedim, o da bana takviye bir şişe beyaz şarap (ki şarap inanılmazdı!) ve domuz salamı vererek kuşkonmazın patates veya patates püresi ile yenilmesinin daha iyi olduğunu, eğer patates yenilecekse de tereyağın kulllanılmasının doğru olduğunu söyledi. "Tereyağ" kelimesinden sonra ev sahibimi dinlemeyip püre yapmaya karar verdim :) 



Kuşkonmaz, baş/uç kısmı yaklaşık bir baş parmağı büyüklüğünde bırakıldıktan sonra kalan taraf aşağıya dikey biçimde salatalık kesilir gibi kesiliyor. Yenilecek kadar kuşkonmaz (ben 3-4 tane koymuştum) bir akşam yemeği için ideal...Önceden kettle ile kaynatılan yarım litre su, içinde kuşkonmazların olduğu tencereye konuluyor ve tam 15 dakika sonra yemek hazır oluyor. Tabii bu esnada tabağın devamı (domuz salamı, püre, beyaz şarap) hazırlanıyor. Gerçekten inanılmaz lezzetli! Benim gibi sebze manyakları için çok ideal bir akşam yemeği :)



her ne kadar püreyi hazırlarken sadece kaynar su kullansam da,
yarın sporda o az yağlı domuz salamını bir şekilde yakmam gerekecek :)


Şu ana kadar hiç çay içmedim, herhalde birazdan bir tane patlatırım :)

Yarın ay yürüşünün zamanını artırarak çalışacağım.


Hafta hala bitmedi ya.....

Emre
Bremen | Almanya
22.05.2013 - 23:28
(bizimkiler tartı işini sanıyorum gelecek haftaki İstanbul gelişime hallediyor)

22 Mayıs 2013 Çarşamba

4.Gün: "Ay Yürüyüşü" - 93 Kiloyum!

Selam!

Bugün nedense bilgisayarım acayip yavaş ilerliyor...Kendi kendine nağme yapan değişik bir makina benimki! "İlla ki elmayı yiyeceksin" diyenlerin kurbanı olup zamanında aldığımız bilgisayar bizi şimdi kendisine nasıl bağladıysa artık, en yavaş halinde bile "tamam oğlum, geçecek, hiç merak etme, bunlar olağan şeyler, birazdan hızlanacaksın....heh! gayet güzel good boyyy!!!" durumları söz konusu şu anda. Cep telefonundaki fotoğrafların bilgisayara aktarırken geçen zamanın haddi hesabı yok zaten de, hadi neyse...Cep telefonunu da (bu elmalı firmanın başka bir teknolojik bağlayıcısı...) fırlatmam an meselesi bu arada.

Sabah kendimi zor kaldırdım ya yataktan? Ama nasıl bir sırt ağrısı ile uyanmak!!! Allahım!! Geriniyorum, uzanıyorum iyice kollarımı açıyorum, ı-ıh. Ağrı geçmedi hala mesela...Ne kadar zor birşey ya?!. Bu yatağı değiştirmem gerek de, işte... Bu üşengeçlik zaten beni mahvedecek şeyler listesinde bayrağı taşıyor! :) 

Geceden hazırladığım kahvaltı tabağı ile (domates-peynir-sunta) göz göze geldikten sonra omuz hizasından saate minik bir bakış atmam, elbiselerimi ("elbise" yanlız. 'kıyafet' değil...ben hergün ofise tuvalet ile gidiyorum çünkü.) giyinmem, evden hızlıca çıkmam, yaklaşık 5 dakika içerisinde vuku buldu. Şu herşeyi son dakikalara sığdırma çabamı lütfen takdir ile karşılayın, rica ediyorum, ki her defasında bir dakika ile bile olsa trene yetişmem kesinlikle aferin dedirtecek bir durum :) 

Bisikletimin beni sırtımdan hançerlediği günün ertesi sabahı. Dolayısı ile hiç istemememe rağmen (yuh, kaç kere "-me" ekini kulladım belli değil...Türkçe'yi seviyorum!) trene binip 20 dakikalık bir yolculuk sonrası istasyonda inip 2 senedir her sabah girdiğim fırına gene aynı yorgunlukla son kalan takatimle Hallo! diyerek girdim (bu arada Almanlar'da da - -"dahi" anlamındaki da'yı ayrı yazdım, buraya dikkat - - sağ ayakla içeri girmenin şans getirdiğini söylemişti birisi.)
"Ooo Emre Guten Morgen!" edaları içerisinde 2 senedir her sabah hiçbir şey demeden bana uzatılan bir çift Laugenbrötchen'i kaparak ofise doğru koşar adımlarla ilerledim. Normalde bira ile beraber yenilen bu "simit" (yahu bildiğiniz Alman simidi ya?!... ama ah....şimdi Istanbul'da olup bi simit/karper/çay yapmak vardı be!....) normalde tuzlu yapılır, ki orada çalışanlar da her sabah bundan yaklaşık 100 tane yaptıkları ve hepsini sattıklarını düşünürsek arada 2 tanesini tuzsuz yapmaları sanıyorum benim oradaki forsumu gösteriyor! (narsistliğin dibinden kendimi bir kurtarayım bir saniye....heh tamam, şimdi devam edebiliriz) Tabii ne yazık ki sabah saatlerinde içen bira beni bozduğu için çay ile geçiştiriyoruz :) 

Dün tatil olduğundan, cuma akşamı-cumartesi-pazar ve dünün tüm mesaj yoğunluğu öğle vaktinden önceki birkaç saatin çok sıkıntılı geçmesi için yeterliydi, öyle de oldu. Kafamı kaldırdığımda saatin 12:30 olması, benim dışarıya çıkmam, anlayamadım ya....Bugünün çabuk bitmesi çok iyi oldu aslında. Öğle yemeği yerine bolca meyve yemenin ("meyve", "meyva", neyse artık..) midemi aslında dolduracağını ve şişireceğini düşünerek fotoğrafta görmüş olduğunuz tabağı 3 yuro'ya hallettim. 
Evet. yaklaşık 6 liraya dünyanın yemeği! :) Maksat doymaktan ziyade midenin doldurulması olarak düşünülünce pek de fena bir fikir gibi gelmiyor aslında...? Hoş, patronun "bu meyvelerin hepsini sen mi yiyeceksin?" sorusu bile beni bu tabağı bitirmemde caydırmadı :)) Gidip gelip ihtiyaç molası sorunu olmasa 2 şişeden fazla içecektim suyu, onu da fazla abartmadan günü tamamladık :) 

ve Spor! :) 

Spor salonundan içeriye girerken kafamda bugün yapacağım tüm hareketler/çalışmalar vardı aslında.. "Ohoooo tamam yeeeaaa!! 150 mekik, 10 şınav (hiçbir zaman 3'ten fazlasını yapamadım), biraz yandaki simitlere çalışacağız, 20 dakika bisiklet, 20 dakika da koşar, hopp duş alır dönerim"le girdiğim spor salonundan çok değişik bir hissiyatla çıktım. İlk kez denediğim ve adına babamla birlikte "Ay Yürüyüşü" dediğimiz bu alet 10 dakikada yaklaşık 100 kalori yaktırıyor ve şu ana kadar hiçbir şekilde olmadığı kadar çok terletiyor. Şıp şıp sesleri eşliğinde 15 dakikalık ay yürüyüşü sonrası o yarım şişe suya hasret kalacağım aklımın ucundan geçmezdi ya?! :) 



Yanlız yanlış şarkı seçimi harketleri yaparken çok zorladı. Miles Davis - Kind of Blue ve John Coltrane - Ballads albümü ne kadar hızlı spor yaptırabilir ki insana? :) Açıkçası bunları düşünürken, spor/jimnastik sırasında dinlenebilecek 10 şarkı şu şekilde olabilir pek tabii ki...?

1) Queen - Another One Bites The Dust
2) Survivor - Eye Of The Tiger
3) Steppenwolf - Born To Be Wild
4) Free - All Right Now
5) AC/DC - Thunderstruck
6) ZZ Top - Tush
7) Jet - Are You Gonna Be My Girl
8) Lenny Kravitz - Are You Gonna Go My Way
9) Bon Jovi - Livin On A Prayer
10) KISS - I Was Made For Loving You

bir dahaki sefere bu listeyi kullansam fena olmayacak gibi ;) 

Akşamüstü kafamda kuşkonmaz yemek vardı aslında. Almanlar yılın bu dönemlerini (nisan sonu/mayıs başı) manyaklar gibi bekliyor! Kuşkonmazın yanında Hollandaise sosu ve/veya patates/patetes püresi ile inanılmaz hafif bir akşam yemeği yiyerek günü tamamlıyorlar. Hatta ofis arkadaşım bir hafta boyunca o kadar çok kuşkonmaz yedi ki, (artık neresine yediyse), bir gece öncesinden kuşkonmaz yediğini lavaboya suratınıza su çarpmaya gittiğinizde en uzun burun direğinizle rahatlıkla hissedebiliyorsunuz :) Fena bir kokusu var ve herkes kapış kapış aldığından bulunması da çok zor...Bundan dolayı evimin yakınlarındaki markette kuşkonmaz bulamadığım için değişik birşeyler yapmak istedim, bazı ilginç malzemeler aldım :) 


Patlıcan, sarı/kırmızı/yeşil biber, mantar, peynir, roka... Patlıcanı ince ince kesip önden az yağlı tavada renk değilştirilmesi, sonrasında biberlerin,mantarın, rokanın,peynirin atılarak karıştırıldığı değişik bir sebze yemeği. Henüz bir isim vermedim bu yemeğe ama, bisiklete "Hikmet" diyen birisi olarak içimden bu yemeğe "Selim" demek geldi açıkçası :) 

2 tane çay ile akşamı geçiştirdim, ki hiç yapmadığım birşeydir. 4-5'ten aşağıda içmem genelde :) Bir de çayda tek şekeri de kessek muazzam olacak! :) 

Bu akşam gözlerim kapanıyor, erken iflas ettim sanırsam.. 

Kuşkonmaz yarına artık ;)

Emre

Bremen | Almanya
22.05.2013 - 00:26
(tartı işi sanıyorum yarına kaldı)
(bu arada bayağı duba gibiymişiz. hedef 85 kilo!)


3.Gün: "Bisikletin İhaneti"

Selam!
(bu girişi sevdim. sanıyorum başlangıçları bu şekilde yapabilirim..)

Ya bugünün tatil olması, beni haftalar öncesinde o kadar mutlu etmişti ki aslında... 

"Amaaan boşver! nasıl olsa tatil geliyor, az biraz sabret be Emre?! Bak şurada Pazar gecesinin vereceği yorgunlukla ertesi gün öğlene kadar kuvvetle muhtemel ayı gibi o..rarak uyursun artık!" arzusu haftalardır aklımda çıkmıyor, o tüm gün adeta oyuncağını bekleyen çocuk gibi beni bekliyor gibiydi! :) Taa ki, geçen hafta bugün dahilinde benim çalışacağım netlik kazanıncaya dek...
"Emre sen Pazartesi öğlene kadar mesajlara bakarsın, ben de öğleden sonra mesajlarını hallederim" diyen iş arkadaşım saat 07:30'da uyanmama, fiziksel olarak yataktan kalkışımı da 08:30 yapmama sebebiyet vermişti... 

(bu arada yeni fark ettim, yatakta amma da vakit geçiriyorum ya?...halbuki kalk, direk uyan, güne başla di mi? ne o öyle yatakta "şımarmalar" filan.. bu "yatakta şımarma" lafı da çok artistik ha! Çok sevdim! ;)
















Birkaç gün öncesinden kontrol ettiğim buzdolabının içinde şimdi Western filmlerindeki ıssız puslu yollarda dolaşan ot taneleri gibi yeller esiyor, ya da bir Müjdat Gezen filmininde duyduğum gibi "fare düşse başı yarılır" şeklinde bir durum beni karşılıyordu! :) Bayağı boştu ya dolap?! Birazcık daha bakındım, birşeyler bulabilir miyim/yaratabilir miyim diye, anca kalan birkaç domates, Istanbul gelişi öncesi son kalıp peynirim ve son 2 dilim kaşar peynirim bana "iyi sabahlar genç, bu sabah anca biz varız, artık idare et!" dedi, "eyvallah, siz varsanız ben de varım o zaman" diyerek Çaykur'un eşsiz yardımları ile kahvaltıyı gördüğünüz şekilde geçirdik :) Hepsinin sizlere çok selamı var, bir dahaki buluşma için gün sayıyorlar..


Yanlız bir yandan kahvaltı ederken, bir yandan çalışmak acayip zor iş... Bir insanın bir anda birden fazla şey yapabilmesi hayranlık uyandıran durumların arasında geliyor hayatımda...Bunları yapabilenlere acayip gıpta ile bakıyorum :) Kahvaltımın nispeten daha pislik tarafı olan "fotoğraftaki suntanın çıtırlarını bilgisayar klavyesinden temizlemek" bile 2-3 dakikamı aldı. Ya, bilgisayar klavyesini nasıl kirlettiğimi hiç sormayın, ben de anlam veremedim şahsen...bu konuyu burada kesmek istiyorum :)

Formamı giyerek yatak örtülerini en kısa sürede değiştirmek için kendimle yarıştım bugün! 
(evet. buna yeltendim. yapacak işim yoktu, kendimle yarışayım dedim. evde tek başına oturmak çok boş iş.) 

Normalde toplamda 4 dakikamı alan bir yatak operasyonu ne kadar kısa sürede yapabilirim? diyerek kendimle bir muhasebeye girmeye çalışsam da, "ya Emre olum saçmalama manyak mısın? Yap, düzenle yatağını/etrafı neyse işte, daha yapacak tonla işlerin var" diyerek kendimi kandırdım (halbuki hiç işim yoktu) bayağı ağırdan alarak yatak muhabbetini de halletik :) "Kahvaltı tamam. yatak/etraf temizliği tamam. İnternetten izlenecek birşeyler var mı?" diye düşünürken aklıma Osmanlı Tokadı geldi. Gerçekten çok iyi dizi! Fatih zamanında bayrağı surlara dikmek isteyen iki askerin yaptığı sakarlıklar/hatalar sonucu günümüze yollanması ve günümüzdeki Akşemsettin/Fatih Sultan Mehmet vb diğer başka karakterlerle muhattap olmaları ("muattap","muhattap","muhattab"...artık bilemedim, geç saatte imlamı düzeltemiyorum anlayın işte!) sonucu gelişen olaylar. Ya en azından İsmail Hacıoğlu ve Mazhar Alanson var, sırf bu ikisi için bile izlenir ;)

Sonrasında evde yapılacak birşey kalmamıştı, ben de yanıma Abdülcanbaz'ın "Allahabad Elması" hikayesini ve Zülfü Livaneli'nin "Serenad"ını alıp, bisiklete atlayıp kendimle muhasebe yapabileceğim bir kafe aradım, ki Bremen'de bu havada, hele ki bir tatil zamanında böyle sessiz, sakin bir yer bulmak gerçekten çok zordur. 





















Her yer kapalı olabilirdi..? Şaşkınlıklar içinde, alışveriş merkezleri/marketler dışında her türlü cafe açık ve fakat doluydu... (bu "ve fakat" sözünü de çok severim. Ferhan Şensoy'un lafıdır, ama bir tek onun ağzına yakışır.) Köşedeki kafede oturacağım masada iki adam oturup karşılıklı gay göndermeleri arasında kahvelerini içiyorlar, tam karışısındaki yukarıda gözüken diğer köşedeki İtalyan kafesinden bozma kafede ise de bir kadın minik kızı ile Tiramisu yiyordu :) Yanlız Tiramisu'su çok fenadır buranın, gelene ısmarlarım, Espresso ile çok efsane gider! :)  (bu arada Espresso'ya "ekspresso" diyenleri şiddetle kınıyor, hatta lanetliyorum!)  "Eee? Tüm kafeler dolu? neyse, beni en iyisi Starbucks paklar" diyerek 10 dakikada şehre vardım. Bu arada, Vanilla Latte....Non-Fat, Decaf, ohne Zucker (şekersiz).  İsmi korkutucu, tadı efsane. Hele bir de yanında Abdülcanbaz ile 15 dakikada rahatlıkla içilesi kahvelerden...şiddetle tavsiye! Kaç kalori aldığımı bilemiyorum, ama şekersiz ve kafeinsiz bir kahve içmek bünyeye herhalde fazla abartı bir kalori geri dönüşü yaptıracağını zannetmiyorum...




Serenad sonrasında 15 dakikalık bir geri dönüş, yolda yağmura yakalanmam, s.çan gibi olmam...Ama hiçbir şeydi bunlar. Beni sırtımdan vuran en derin darbe, bisikletimin bana karşı ihaneti olmuştu. 

Ya yolda gidiyorum, (ya da işte neyse, pedal çeviriyorum) bir yandan da kaldırımı resmen popomda hissediyorum! Ki bunu hiçbir bisiklet sürücüsünün yaşamaması gerekirken...Bır "pıssss" sesi yolun kenarında durmamı emretti ve beni şaşkınlıklara uğratacak şekilde 5 dakika sonunda iflas etmiş ve bisiklete mağlup olmuş bir asker edasında (evet, böyle bir asker var aklımda şu anda...) yanımda tintin eden bir baston, omzuna elimi atmış eski bir dosta sarılmış gibi beraberce eve gittik (bu son "eli omuza atmak" biraz değişik oldu gerçi...) O değil de, offf....şimdi işin yoksa hafta içi ofisten erken saatte eve gel, bisikleti apartmanın deposundan çıkar, tüm yolu/kaldırımları g.tünde hissederek bisikletçiye kadar git, dünya para bayıl ve yeni tekerlekler taktır..şimdiden üşendim :)  Eve 15:30 gibi varmıştım, yiyecek birşeyler aramaya gene başlamıştım, ama ne özeldir ki zor günlerime sakladığım kepekli pirinç ve domatesler imdat çağrıma kulak verdiler :) 
(kırmızı biber biraz iğrenç gibi gözükebilir, hiç takmıyorum ne diyorsanız valla, kırmızı biberi seviyorum arkadaş!! - hoş, acısı birkaç saate farklı noktalardan çıksa da...)

Akşama kadar içtiğim şekersiz çayın haddi hesabını şu anda size yapmayacağım, ama "n" sayıda çay içtim diyebilirim :)
Yaptıklarımı sorgulatan en büyük olay ise akşam Bremen Rotaract üyeleri ile yaptığım minik buluşmanın hediyesi olan bira oldu. 

Yarısında tıkandım. 

Bira bana hiç gitmiyor sanırsam :) 

Kısa vakitte bu birayı yakmalı :))










Yarın ile birlikte, bu geçen üç gün anlatmadığım "spor salonu maceraları" başlıyor..


Pazar gibi bir Pazartesi'ydi.

Emre
Bremen | Almanya
21.05.2013 - 01:00
(bu üç günde yarım kilo verdiğim söylenebilir...yarın tartı alsam çok süper olacak hani!)