Evet, uzun zaman oldu. Sebepleri çok fazla...
İnsanın canını sıkan, kalbini yaralayan, başka insanlara karşı utandıran, çığlık attırmak isteten ve sonunda becerilen, konuşan, konuşturan, sorgulayan, sorgulatan, ses çıkartan, en azından "sonunda ses çıkartan" karmaşık, karmaşık olduğu kadar da aslında açık ve ciddi şeyler yaşarken benim zayıflama hikayemin insanların ilgisini çekip çekemeyeceğinden ziyade, gereksiz bir manasızlık yaratacağını düşünerek bugün itibarı ile yaklaşık 25 günlük bir ara vermiştim. Şimdi tam gaz, olaylardan her ne kadar fiziksel olarak uzak olsam da, manen hala İstanbul'da olarak bir şekilde devam ettirmemiz gereken hayatımıza ve atmamız gereken adımlara geri dönüyoruz, benim hikayem de tabii ki devam ediyor...
Bak, bir anda annemin yemekleri geldi aklıma, niyeyse..? Her zaman sevmişimdir kadının yemeklerini... Yağlı yemeklerinin yağını abarttığı / abartmaya çalışıp abartamadığı zamanları hep oldu aslında, ama o orjinal tad her zaman damağımda kalmıştır ya..? Hünkarbeğendisi (bu da ne acayip bir isimdir allahım?!) pek bir efsanedir mesela! :) İstanbul'a her gelişimde kapıdan girişte sağa baktığmda mutfakta ocağın üstünde iki tencere vardır, hep! Birinde çok önceden hazır edilmiş patlıcan, diğerinde de kuşbaşı et.. Kendimi kaybederek yediğim zamanlar olmuştur, hatta bir gelişimde kendimden geçerek tencerenin yarısını sünnetlediğim de iç mihraplardan (babam) fark edilmiş ve "yavaş lan yavaş! Arkadan atlı kovalamıyor!!" tepkisi ile hızımın önüne bir set çekilmiştir :)
İstanbul'a giderken kafamda haftanın belirli günleri evimizin yanındaki otelde bulunan kaliteli jimnastik salonuna gitmek vardı, becerdim sayılır da :) Haftanın 3 günü sabahları yaldır yaldır etrafta dolandıktan sonra kürkçü dükkanı misali kendimizi orada bulduk hep...Ay yürüyüşü makinesi yanlız Bremen'de daha kaliteli! Diğer aletlerin çoğu zaten bilindik, her zaman kullandığım aletler...
Kaçamaklar yaptım tabii..en yakın arkadaşlarımla Yedikule'de rakımızı içip mezelerimizi de yedik, yeri geldi biramı da içtim! Ohhhh!!! yarasın valla! (kendini bilmezlik mode is on) Aslında başlangıçta korka korka doldurduğum rakı bardakları kendilerini ikişer üçer yenilese de, 15 günlük İstanbul molasının ardından herhangi bir kilo almamış olmak ve bilakis 1.5 kilo da vermiş olmak beni ziyadesi ile mutlu etti (bu 'ziyadesi ile mutlu etti' lafı beni bir anda Muhteşem Yüzyıl'daki payitaht karakterlerden biri yaptı bir anda....ne kadar itici bir kelimedir..."zira" ya hiç girmiyorum bak.)
öğle yemeği dediğin... |
Bremen'e geldiğimden beri bir hafta geçti, ve sonunda "bugün itibarı ile artık yazılarıma devam edebilirim" düşüncesi kafama dün itibarı ile girdiğindne itibaren öğle yemeklerini düşünmeye başladım.
Bugünün öğle yemeği menüsünde (bu kelime "menü" müdür yoksa "mönü" müdür bir türlü çıkartamadım, bana bir ara mesaj atarsınız hangisi diye....sonuçta bunların hepsi fransızca işte. adam gibi bir kelime bulamamışız..yaşasın Türkçe!) klasik atıştırmalarım elma ve sütün yanı sıra İstanbul'daki geçen zor anların anlatıldığı Der Spiegel'in bu haftaki sayısı vardı, ki Spiegel tarihinde içinde Almanca'dan farklı bir dil (Türkçe) içeren ilk sayısıymış, almamak kesinlikle olmazdı.
Hiç acımadan, açık açık, korkmadan yazmışlar...Ve söylemek zorundayım, adamlara bir kez daha kanım kaynadı.
Sütün verdiği güç beni akşam saatlerine kadar tuttu sayılır. Bu arada ofise giderken, öğle saatlerinde, ve iş çıkışında eve giderken Selçuk Aydemir'in yazıp yönettiği ve ne acıdır ki 13 bölüm yapılıp iptal edilen "Üsküdar'a Giderken" dizisinin bölümlerini kaptırmış izliyordum ki kendimi spor salonunda buldum. Hızlı bir değişim sonrası bisiklet, "10 dakika bisikletle başlayıp başka aletlere geçerim" düşüncesinin üzerinden 32 dakika geçmesinin ardından dizinin 10.bölümün ilk yarısını internetten tamamladım ve bisikleti bıraktım. Benim için bir ilktı sanırsam! 30 dakika bisiklet ve ben....Öeeeehhh yani! :)
Üsküdar'a Giderken - 11.Bölüm Part 2 benim 30 dakikama ve 300 kalorime mal olmuştur. artık yeni fikir, "kardiyo yaparken dizi bölümleri izlemek"tir. |
Koşu sonrası üstüme herhangi birşey almadığım için (bu satırları okuyan annem şu anda yavaştan delirmeye başlamıştır, ama bu saatten sonra - ki saat şu anda 23:54 - yapacak hiçbir şey yok) soğuk ve enseme tüm Bremen'in soğuğunu alarak eve zor attım.
dünden kalan minik dolma, barbunya, Gazi Erzincan tulum peyniri |
bu saate kadar içtiğim "n" sayıdaki şekeriz çayları saymaz isek (yok lan niye saymayayım? laf! sayacağım tabii....bir anlam ifade etmese de likit olarak birşeyler almaya devam etti bünye sonuçta yani...) midemi kazındıran herhangi bir durum söz konusu değil. Sabahları erken kalkıp kendime Nesfit Kırmızı Meyvalı ("meyveli" - "meyvalı" "makine" - "makina"....) Corn Flakes yapmayı alıştırmaya çalışıyorum. 15 dakikalık uyku aslında çok efsane oluyor da işte ondan feragat etmek fena be....Ulan yatak da o kadar tatlı ki! Yorganı (hava sıcak olsa dahi) başıma kadar çekip içinde kendimle güreşirken bir yandan iğrenç biçimde çalan saatin bünyemde yarattığı rahatsızlğı tahmin edebilirsiniz aslında...
Olayın geneli bu şekilde....an itibarı ile 93 kiloyum. hedef sanıyorum 75.
Yanlız zor.....ya ama nasıl zor belli değil...!
İimkansız mı değil mi ha onu göreceğiz işte :)
Bugünlük olayım budur. Dediğim gibi kaçıncı gündeyim bilemiyorum, ama sanıyorum 15.gün ile devam edeceğim yarın itibarı ile....
Eyvallah.
Emre
Bremen | Almanya
26.06.2013 - 00:07