22 Mayıs 2013 Çarşamba

3.Gün: "Bisikletin İhaneti"

Selam!
(bu girişi sevdim. sanıyorum başlangıçları bu şekilde yapabilirim..)

Ya bugünün tatil olması, beni haftalar öncesinde o kadar mutlu etmişti ki aslında... 

"Amaaan boşver! nasıl olsa tatil geliyor, az biraz sabret be Emre?! Bak şurada Pazar gecesinin vereceği yorgunlukla ertesi gün öğlene kadar kuvvetle muhtemel ayı gibi o..rarak uyursun artık!" arzusu haftalardır aklımda çıkmıyor, o tüm gün adeta oyuncağını bekleyen çocuk gibi beni bekliyor gibiydi! :) Taa ki, geçen hafta bugün dahilinde benim çalışacağım netlik kazanıncaya dek...
"Emre sen Pazartesi öğlene kadar mesajlara bakarsın, ben de öğleden sonra mesajlarını hallederim" diyen iş arkadaşım saat 07:30'da uyanmama, fiziksel olarak yataktan kalkışımı da 08:30 yapmama sebebiyet vermişti... 

(bu arada yeni fark ettim, yatakta amma da vakit geçiriyorum ya?...halbuki kalk, direk uyan, güne başla di mi? ne o öyle yatakta "şımarmalar" filan.. bu "yatakta şımarma" lafı da çok artistik ha! Çok sevdim! ;)
















Birkaç gün öncesinden kontrol ettiğim buzdolabının içinde şimdi Western filmlerindeki ıssız puslu yollarda dolaşan ot taneleri gibi yeller esiyor, ya da bir Müjdat Gezen filmininde duyduğum gibi "fare düşse başı yarılır" şeklinde bir durum beni karşılıyordu! :) Bayağı boştu ya dolap?! Birazcık daha bakındım, birşeyler bulabilir miyim/yaratabilir miyim diye, anca kalan birkaç domates, Istanbul gelişi öncesi son kalıp peynirim ve son 2 dilim kaşar peynirim bana "iyi sabahlar genç, bu sabah anca biz varız, artık idare et!" dedi, "eyvallah, siz varsanız ben de varım o zaman" diyerek Çaykur'un eşsiz yardımları ile kahvaltıyı gördüğünüz şekilde geçirdik :) Hepsinin sizlere çok selamı var, bir dahaki buluşma için gün sayıyorlar..


Yanlız bir yandan kahvaltı ederken, bir yandan çalışmak acayip zor iş... Bir insanın bir anda birden fazla şey yapabilmesi hayranlık uyandıran durumların arasında geliyor hayatımda...Bunları yapabilenlere acayip gıpta ile bakıyorum :) Kahvaltımın nispeten daha pislik tarafı olan "fotoğraftaki suntanın çıtırlarını bilgisayar klavyesinden temizlemek" bile 2-3 dakikamı aldı. Ya, bilgisayar klavyesini nasıl kirlettiğimi hiç sormayın, ben de anlam veremedim şahsen...bu konuyu burada kesmek istiyorum :)

Formamı giyerek yatak örtülerini en kısa sürede değiştirmek için kendimle yarıştım bugün! 
(evet. buna yeltendim. yapacak işim yoktu, kendimle yarışayım dedim. evde tek başına oturmak çok boş iş.) 

Normalde toplamda 4 dakikamı alan bir yatak operasyonu ne kadar kısa sürede yapabilirim? diyerek kendimle bir muhasebeye girmeye çalışsam da, "ya Emre olum saçmalama manyak mısın? Yap, düzenle yatağını/etrafı neyse işte, daha yapacak tonla işlerin var" diyerek kendimi kandırdım (halbuki hiç işim yoktu) bayağı ağırdan alarak yatak muhabbetini de halletik :) "Kahvaltı tamam. yatak/etraf temizliği tamam. İnternetten izlenecek birşeyler var mı?" diye düşünürken aklıma Osmanlı Tokadı geldi. Gerçekten çok iyi dizi! Fatih zamanında bayrağı surlara dikmek isteyen iki askerin yaptığı sakarlıklar/hatalar sonucu günümüze yollanması ve günümüzdeki Akşemsettin/Fatih Sultan Mehmet vb diğer başka karakterlerle muhattap olmaları ("muattap","muhattap","muhattab"...artık bilemedim, geç saatte imlamı düzeltemiyorum anlayın işte!) sonucu gelişen olaylar. Ya en azından İsmail Hacıoğlu ve Mazhar Alanson var, sırf bu ikisi için bile izlenir ;)

Sonrasında evde yapılacak birşey kalmamıştı, ben de yanıma Abdülcanbaz'ın "Allahabad Elması" hikayesini ve Zülfü Livaneli'nin "Serenad"ını alıp, bisiklete atlayıp kendimle muhasebe yapabileceğim bir kafe aradım, ki Bremen'de bu havada, hele ki bir tatil zamanında böyle sessiz, sakin bir yer bulmak gerçekten çok zordur. 





















Her yer kapalı olabilirdi..? Şaşkınlıklar içinde, alışveriş merkezleri/marketler dışında her türlü cafe açık ve fakat doluydu... (bu "ve fakat" sözünü de çok severim. Ferhan Şensoy'un lafıdır, ama bir tek onun ağzına yakışır.) Köşedeki kafede oturacağım masada iki adam oturup karşılıklı gay göndermeleri arasında kahvelerini içiyorlar, tam karışısındaki yukarıda gözüken diğer köşedeki İtalyan kafesinden bozma kafede ise de bir kadın minik kızı ile Tiramisu yiyordu :) Yanlız Tiramisu'su çok fenadır buranın, gelene ısmarlarım, Espresso ile çok efsane gider! :)  (bu arada Espresso'ya "ekspresso" diyenleri şiddetle kınıyor, hatta lanetliyorum!)  "Eee? Tüm kafeler dolu? neyse, beni en iyisi Starbucks paklar" diyerek 10 dakikada şehre vardım. Bu arada, Vanilla Latte....Non-Fat, Decaf, ohne Zucker (şekersiz).  İsmi korkutucu, tadı efsane. Hele bir de yanında Abdülcanbaz ile 15 dakikada rahatlıkla içilesi kahvelerden...şiddetle tavsiye! Kaç kalori aldığımı bilemiyorum, ama şekersiz ve kafeinsiz bir kahve içmek bünyeye herhalde fazla abartı bir kalori geri dönüşü yaptıracağını zannetmiyorum...




Serenad sonrasında 15 dakikalık bir geri dönüş, yolda yağmura yakalanmam, s.çan gibi olmam...Ama hiçbir şeydi bunlar. Beni sırtımdan vuran en derin darbe, bisikletimin bana karşı ihaneti olmuştu. 

Ya yolda gidiyorum, (ya da işte neyse, pedal çeviriyorum) bir yandan da kaldırımı resmen popomda hissediyorum! Ki bunu hiçbir bisiklet sürücüsünün yaşamaması gerekirken...Bır "pıssss" sesi yolun kenarında durmamı emretti ve beni şaşkınlıklara uğratacak şekilde 5 dakika sonunda iflas etmiş ve bisiklete mağlup olmuş bir asker edasında (evet, böyle bir asker var aklımda şu anda...) yanımda tintin eden bir baston, omzuna elimi atmış eski bir dosta sarılmış gibi beraberce eve gittik (bu son "eli omuza atmak" biraz değişik oldu gerçi...) O değil de, offf....şimdi işin yoksa hafta içi ofisten erken saatte eve gel, bisikleti apartmanın deposundan çıkar, tüm yolu/kaldırımları g.tünde hissederek bisikletçiye kadar git, dünya para bayıl ve yeni tekerlekler taktır..şimdiden üşendim :)  Eve 15:30 gibi varmıştım, yiyecek birşeyler aramaya gene başlamıştım, ama ne özeldir ki zor günlerime sakladığım kepekli pirinç ve domatesler imdat çağrıma kulak verdiler :) 
(kırmızı biber biraz iğrenç gibi gözükebilir, hiç takmıyorum ne diyorsanız valla, kırmızı biberi seviyorum arkadaş!! - hoş, acısı birkaç saate farklı noktalardan çıksa da...)

Akşama kadar içtiğim şekersiz çayın haddi hesabını şu anda size yapmayacağım, ama "n" sayıda çay içtim diyebilirim :)
Yaptıklarımı sorgulatan en büyük olay ise akşam Bremen Rotaract üyeleri ile yaptığım minik buluşmanın hediyesi olan bira oldu. 

Yarısında tıkandım. 

Bira bana hiç gitmiyor sanırsam :) 

Kısa vakitte bu birayı yakmalı :))










Yarın ile birlikte, bu geçen üç gün anlatmadığım "spor salonu maceraları" başlıyor..


Pazar gibi bir Pazartesi'ydi.

Emre
Bremen | Almanya
21.05.2013 - 01:00
(bu üç günde yarım kilo verdiğim söylenebilir...yarın tartı alsam çok süper olacak hani!)

Hiç yorum yok: