28 Kasım 2013 Perşembe

158.Gün: "Kutudan Çıkanlar ve Roka"

Selam!

Peki neden hep haftanın en yavaş günüdür Perşembe? Bana birisi bunu açıklamasını yapsa ya...

Geberdim ya, yorgunluktan başım çatlamak üzereydi resmen! :-S (bu hareketin de hastasıyım!)

Hiçbir şey yapmadan kelimenin tam anlamıyla "boş" bir şekilde hiçbir şey yapmadan bilgisayarın başında öğleden sonraya kadar oturmak da bir zaman sonra gözlerimi iflas ettirdi, keza akşamüstü gözlerim çok fazla yaşlandı. Eczaneden gözyaşı damlası almak gerekecek gibi...

Her zamanki gibi 06:30'da saat çalmaya başladı, durdura durdura 1 saat ileriye attık (yuh!) ve 07:30'da kalkarak, yaldır yaldır da koşturarak (sabah sporum bu benim işte!) trene yetiştik, ofise gelmeden bir tane peynirli minik bir sandviç ile sabaha başladım. Öğle saatlerine kadar toplamda 3 tane sütlü çay (çok fena sardım yanlız...şiddetle tavsiye ederim!) ve 4 bardak kahve ile (tabii ki şekersiz..) anca kendime gelebildim :)

peyniri sanırım değiştirmişler, iyi de etmişler ;)

Öğle saatlerine kadar bununla idare ederken bir ara saat 11 sularında minik bir yoğurtla bastırmaca yaptım, sonrasında da ofisteki arkadaşımın ricasını kırmayarak eczaneden ilaçlarını almak için şehire indim. (bu ne be? "köyden indim şehire" der gibi oldu. hoş, çalıştığımız yer ile şehir merkezi arası 20-25 dakika tutuyor ama neyse...) İlaçları aldıktan sonra bizim ailede artık bir simge olmuş olan Back Factory'den minik bir peynirli simit aldım.

simidin ve peynirin güzelliği...
kısa zamanda tekrar yedirtir kesin!

Sonrasında nefes almadan, bazen boş oturmanın en diplerinde dolaşarak akşamı ettik. Birşey yapmadan boş oturmak çok zor. Bilgisayara bakmak bir zaman sonra gerçekten yoruyor. "ya tamam artık uzun süre şunun karşısında oturmayacağım!" desem bile birkaç saniye sonra kendimi koltuğun tepesinde minimum 30 dakika kalkmadan buluyorum... 

Eve gelmeden tabii bütün gün ofisin içerisindeki "o büyük kutularda ne var?" sorunsalı kafamda yankı bulurken bir anda geçen sene ofisin her çalışanına verdiği Christmas hediyesi olarak patronun İtalya'dan getirttiği erzak kutusu (!) olduğu ve bu sene de bu geleneği devam ettirilerek her kişiye bu yaklaşık 25 kiloluk kutulardan verileceği söylendi. Tabii bir yutkunma olmadı değil! :) 25 kilo ya...hadi dambıl olsa neyse, bayağı bildiğiniz kutu yani! Ağır da şerefsiz... Neyse, ofisteki çalışma arkadaşım sağolsun eve kadar bıraktı, kutuya yardımcı olmadı gerçi ama....uyuz oldum....neyse, onu yapması bile birşey :) 

Şöyle ilginç görüntüler oluştu kutuyu açınca:

kutu bu şekilde...
evet. ayrıca evde bildiğiniz türk halısı var. 
açılınca şu şekilde içinde genelde içkilerin ve
makarnaların, sosların olduğu bir kutu bu...



























şöyle efsane bir zeytinyağı da çıktı.
kıyamam artık kullanmaya herhalde...
kutu tam olarak açıldığında masaya sığanların birazı...



























kutuda, içinden çıkanları anlatan ve güzel yemek tarifleri de olan bir kitapçık da vardı

Gerçekten çok lezzetli bir kutu :) O kocaman kutunun içinden çıkanlarla birlikte (4 ayrı çeşit şarap, 10 çeşit sos, 5 ayrı çeşit makarna, tatlı niyetine kıtırlar,vs) kişisel olarak alındığında 80-90 yuro arasında tutması da ayrıca şaşırtıyor. Hoş, en pahalı ve en değerli şarabın 6-7 yuroya bulunduğu bir çevrede bir insan rahatlıkla "bu para o kutuya verilir!" diyebiliyor...

Akşam saatlerinde de dün eve gelmeden marketten aldığım rokayı hazırladım, az yağlı yoğurt ve kırmızı biber ile günü tamamladık :) 

birkaç gün boyunca buna dadanabilirim gibi...

Bugünlük durumlar böyle sanırım. kısa, öz, bol fotoğraflı oldu :)

genel olarak toparlamak gerekirse...

bu yazıyı yazarken barış manço'dan "2024 - ikinci yolculuk" ve "2025 - üçüncü yolculuk" dinliyorum.
yeni neslin bu adamı hiçbir zaman tanımayacak olması üzücü.
Tumblr sitemi buradan, bu blog yazılarından reklam etmeyi seviyorum! :) 
emreadam.tumblr.com 
burhan altıntop kadar komik bir dizi karakteri....düşünüyorum, en yakın belki "erdal bakkal" olabilir. "tamam, bu gece kahve içmeyeceğim ve adam gibi bir saatte yatacağım"... bu yalanı söyledim az önce.
mediha şen sancakoğlu'nu bilen var mı? bilin bence..."O Ağacın Altını" şarkısını dinleyin hadi hemen!
bu akşam kitap okumak istiyorum.
yazılarımı yazarken imla kurallarına uymamayı seviyorum. 
ama "dahi" anlamına gelen "-de" yi hep ayrı yazarım. onu hiçbir zaman affetmem.
dönence şarkısını götüren bas yürüyüşünü de çok severim mesela.
bugün değerli dostum beril sun'un doğum günü :) 
artık 18 yaşına girdiğine göre rahatlıkla barlara-diskolara girebilir keza ;) nice sağlıklı mutlu senelere!
yarın/diğer gün maaş yatıyor, ben de wii fit'i kapıyorum. gelecek/sonraki hafta içerisinde elimde olur.
blur'un ünlü "song2" parçası bulunduğu albümün ikinci parçası, 02:02 dakika sürüyor.
ayrıca ingiltere listelerinde 2.sıraya kadar çıkabilmiş. ikinci olmak iyidir ;) ama albarn'ın ses gitmiş.
herşeye rağmen "parklife" ama ;) Oi!
doctor who'nun 8.sezonu, gelecek senenin ağustos ayında. o zamana kadar eskileri tekrar ederiz artık. 

bugünlük budur.

iyigeceler

Emre
Bremen | Almanya
28.11.2013 - 22:00













157.Gün: "Grünkohl"

Selam!

Çok uzun zamandır yiyemediğim, ve her zaman yemek istediğim birşeyi akşam yemeğinde yediğim için (ne kadar fazla "yemek" fiilini kullandım değil mi..?) o kadar mutluyum ki! Neyse sabahtan başlayalım...Hemen muhabbete giriyorum, keza dehşet uykum geldi, hızlı hızlı anlatayım neler olmuş neler dönmüş :)

Sabah ayağa zar zor kalktıktan sonra kendimi toparlayıp soğuğun en kan dondurucu saatlerinde (ki bu Bremen'de saat 07:30-07:45 arasında denk geliyor...) trene doğru yürümeye başladım. Beni burada en çok zorlayan bu aylardan itibaren başlayan iğrenç soğuklar sanırım. Annemle geçen konuştuk da, kadın bana "Emre ya, hava acayip soğuk , 16 derece resmen donuyoruz burada yeaaaa!!" dedi. Evet. 16 dereceye soğuk dedi, ben de olmayan bıyığımın altından kıs kıs gülerken anneme "sen tabii burada -3 derece olduğunu bilmeden konuşuyorsun..." diyerek muhabbeti kısa kestim.

Ofise gittiğimde bugünün ne kadar hızlı ve yoğun geçeceğini bilmiyordum, ama ilk ve ikinci nefes alışlarımda 1.5-2 saat kadar geçmiş ve saat 11:00 sularında misafirimizin getirdiği minik yiyecekler ile (ki bunların içerisnde Hackepeter da var. hatırlarsanız bu Hackepeter dedikleri şey bildiğiniz çiğ et. Yani "et" derken kıyma manasında....kıymayı ekmeğe sürüp üzerine kondurdukları soğan ile birlikte karabiberleyip yemece yani....evet. benim de midem kalktı şu anda bunu anlatırken.) güzel bir Brunch yaptık. Benim çiğ et yemediğimi bilen misafir bana hususi olarak her zaman gitmek istediğim ama bir türlü sabahın bir köründe kalkıp trene binip hiçbir zaman gidemediğim Bremerhaven'dan en taze halde somon balığı getirmişti, şu ana kadar yediğim ofis Brunch'larının arasında en mükemmeli bugün yaptığımdır sanırsam:

minik iki parça ekmek, sağ alttaki ise
bu aralar abonesi olduğum sütlü çay. tabii ki şekersiz.
inanılmaz gözüküyor değil mi?


 Yukarıdaki inanılmaz branç sonrası saat 16:30 sularında minik bir yoğurt yedim, tabii aralarda yaklaşık 2.5 şişe su, takribi 4-5 bardak şekersiz çay ve toplamda 2 bardak da kahve içtim. (yuh. sanırım biraz abartmış mıyım acaba...) Ofis sonrası eve giderken akşama ne yiyeceğimi düşünürken çok uzun zamandır almak ve uğraşarak yapmak istediğim, tam anlamı ile bir Türkçe karışılığı olmayan, web sayfası çevirilerinde "Kara Lahana" olarak geçen, ancak Almanca'da tam da mevsiminde ona has sosisli'lerle yenilen (ancak benim sadece kendisini tek olarak hallettiğim) Grünkohl'ü Iglo'dan alarak 15-20 dakikalık bir çözdürmenin ardından aradan çıkardık :) Bir dilim minik kepekli ekmek ve yarım su bardağı 1.8% yağlı yoğurt ile birlikte...

üzerindeki beyaz parçacıklar dolapta uzun süredir kalan minik peynir parçacıkları...
ve evet. mikrodalga fırın öncesi bu yemek "yeşil kare parçacıklar" halindeydi.

Yemek sonrası henüz bitmemiş olduğunu daha sonra anladığım Jacobs'tan bir bardaklık hazırlayarak günümü tamamladım.

Yarın salonda 5k beni bekler gençler... Yarın sabah erken saatlerde kalkıp öğle sonrası saatlerine kadar rahatlıkla tutabilecek şekilde bir mısır gevreğine hayır demem gibi duruyor...

Haftaya Nintendo Wii Fit Plus - Balance Board - Controller'ı ısmarlıyorum (o ne lan yemek ısmarlarmışım gibi oldu sanki...). Onun vereceği sonuçları burada sıcağı sıcağına sunacağım, ve gerçekten merak ediyorum ya! :)

...ve evet. 157 gündür yazmama rağmen ne yazık ki 55 kilo olamadım :) Önümde 365 günü doldurmak için daha çok gün olduğunu düşünürsek, ve ilk amacımın 85, asıl amacımın 80 kiloya inmek olduğunu da hesaba katarsak , 1 yıl içerisinde bunu başarmak zor değil gibi. Farklı, ilginç, sağlıklı her türlü yöntemi/yöntemleri deneyip, etkilerini/sonuçlarını burada sunup kısa zamanda takım elbisemize kavuşmak yegane arzumuz :)  

Geçtiğimiz günleri de özetlemek gerekirse...

turgut uyar | büyük saat'in baskısı bayağı bayağı tükenmiş. arkadaş, herkes tüketiyor mu bu kitabı ya?
grup gündoğarken bence tekrar birleşmeli. misal "yol aldım sevdalardan" gayet güzel bir şarkı.
fena kış geldi. şu anda ev soğumaya başladı. 
kapişonlu giyerek uyumayı seviyorum.
itiraf ediyorum. lisedeyken grace slick çok hoşuma gittiği için jefferson airplane dinlerdim hep. 
bu arada canned heat - "going up the country" çok eğlenceli bir parça lan!
güzel bir palto-pardesü beğendim.125 yuro vermek istemedim. mahmutpaşa'mı bekliyorum hasretle.
portishead plak koleksiyona başlayabilirim. en azından "dummy" ile yavaştan...
internetten TRT-3 ya da TRT-4 dinleyerek uyumayı seviyorum.
ben bir ara sol klarinet alacaktım. bunu bahsetmiş miydim? 
yanlız aleti almanya'dan ziyade istanbul'dan kapmak kafamda...
yup bu arada saati de 1 etmişiz.
Tumblr müthiş birşeymiş bu arada dostum. söylemiştim önceden değil mi?
sayfamı da takip ediyorsunuz diye düşünüyorum açıkçası: "emreadam.tumblr.com" 
takip etmiyorsanız bence edin derim. güzel şeyler yazıyorum. böyle de alçak gönüllüyümdür misal.
çağan'ın yeni filmi "Tamam Mıyız?" geliyor. aras bulut iynemli varmış, candır o zaman. aynen ağlarız.
doctor who'nun 50.yıl özel bölümü inanılmazdı. 
dizinin baş yazarı steven moffat herkesi ters köşeye yatırdı, şerefsiz. 
yeni doktor'un değişimi (bkz. "regeneration") 25/12 - Christmas özel bölümünde gerçekleşecek 
ilk olarak son saw filmini izledikten sonra bu bölümü de 3D olarak izleme zevki inanılmazdı.
o anları hatırlatmak gerekirse:

Weeping Angel vardı birkaç tane :)
uzun süre sonra 3D gözlük takmak güzeldi :)

























sinemada Who izlemek müthiş bir deneyimdi!


bu görülen kalabalık x10 kişi vardı diyebiliriz...
yıkılıyordu etraf :) 


























Budur ya sanırsam...şimdi yatmaca. 
keza fenalardayım. esnemekten ağzım çatlayacak :) 

iyi geceler

Emre
Bremen | Almanya
28.11.2013 - 01:08

23 Kasım 2013 Cumartesi

152.Gün: "Nintendo - Wii Fit Plus"

Selam!

Bugün erken yazabiliyor olmanın ilginç bir heyecanı var :) Yarın çalışmayacak olmam ve büyük ihtimalle öğle saatlerine kadar yatacak olmamın (yuh ya, o kadar da yatmamalı. gün gidiyor. daha film izleyeceğim) da vereceği mutlulukla dolu bir gaz ile yazmaya başladım :)

Çok uzun zamandır koyu bir önyargı yapıp, hatta önyargıdan ziyade nefret besleyip yemediğim yumurtayı sırf ofis arkadaşıma tarifini gösterdiğim için yapmak arzusuyla "Menemen" hazırlıkları için ofis sonrası markete koştum ve 6 tane yumurta, domates, soğan (menemen'e soğan konulur ya...değil mi? yani en azından benim bildiğim menemen'e soğan konulabilmesidir.) ve kullanmamama rağmen birkaç da yeşil biber aldım, kendimi proteinin serin sularına bırakarak şu tarz şeyler karşıma çıktı:

hazırlık aşaması.
evet. ekmek tahtası biraz kirli :)

ama sonuç muazzam :)
(bu arada iPad'de Brian Cox ve 11.dokturu izliyorum)

Yumurtanın tadı "göz" yapmadıkça, iyice çırptıkça, ve beyaz peynir/kaşar peynir gibi bazı dış etkenlerle tadını yok ettikçe gerçekten güzel oluyor :) tabii biraz ağır...sonunda bir 10k yapmam gerekti, ama değdi :)

Birkaç gün önce de, uzun zamandır yemek istediğim 4.5 yuroluk vejeteryan tabağından bir tane kapmıştım: 

bulgurun tadını bu sefer de beğenmedim.
herhalde bulgursuz ve bol salatalı olacak bir dahaki sefere..

Gerçekten çoooo....kkkk uzun zaman sonra ofis arkadaşımın her gün yaklaşık 1.5 litre içtiği (yuh...) koladan bir fırt da ben içmek istedim. Yaklaşık 2-3 aydan (belki de daha fazla) beri çay/kahve ve bunun gibi meşrubatları (ya da 'sıvıları'...çaya meşrubat demek bir değişik geldi bir anda! :P) şekersiz olarak içtiğim ve bundan dolayı asıl içtiğim şeylerin gerçek tadlarına varabilmenin mutluluğuna ulaşabildiğimden dolayı bir fırt sonrası koca bardak dolusu kolayı dökmemle ofis arkadaşımın "napıyorsun sen yeaaa?!" nidası bir oldu. Şekerden çok uzun zaman önce kurtulmuşum, kolanın o iğrenç tadını nasıl yadırgadım belli değil....Yukarıda dediğim gibi çayı ve kahveyi şeker kullanmadan içmenin, dolayısı ile gerçek tadı hissetmenin mutluluğu paha biçilemez! :) 

Ofis arkadaşımla haftanın en boş anında laflarken bana bu aralar çıkacak olan (sanıyorum Almanya'da yarın çıkacak.) Playstation IV'ü ('dört' sayısını romen rakamı ile yazmanın dayanılmaz cazibesi. roman/romen artık ne ise...) alacağını söyleyince (ki fiyatı herşey dahil 399 yuro) kafamda belki de derinlerde sakladığım bir şimşeğin çaktığını farkettim ya resmen! :) Playstation bana göre değil sanırım, her ne kadar eski zamanlarda Shadow of The Collossus oynamışlığım olsa da, bu aralar kilo verdiğim gerçeği ile beraber yaşadığımdan ve zaten gün içerisinde saatler boyu oturduğumdan dolayı, gene oturarak yapılan bir aktivitenin beni hiçbir şekilde değiştirmeyeceğine, değiştiremeyeceğine kanaat getirererek bünyeme ve arzularıma en yakın alternatif olan, ve zamanında kuzenimde de deneyip gerçekten çok beğendiğim "Nintendo -  Wii Fit Plus"u almaya karar verdim. Yıllık 250 yuro verdiğim spor salonuna gitmeye devam ederken, spor salonuna gitmediğim günlerde evde herşey dahil (bu herşey dahil derken her türlü kumanda, elektronik araç/gereç dahil anlamındat tabii) 150 yuroluk ve çok da eğlendirecek bir oyun konsolunun olması muhteşem olur, olacak, olsun! :) 

bu board'un ne kadar efsane bir alet olduğunu en kısa vakitte öğreneceğim.
ve tüm sonuçları burada paylaşacağım tabii ki :) 

Ofiste başka bir boş vaktimde Wii Fit / Wii Fit Plus ile ilgili ekşisözlük'ten yorumları araştırırken şu inanılmaz ve her şekilde beni, tüm arzularımı ve düşüncelerimi anlatarak bu aleti almaya yönelten yorum ile karşılaştım, (- sözlük yazarı: femme fatale):

+++ 

 bi kere muazzam düşünülmüş bir alet kesinlikle.. her yaptığın hareketi algılıyor, seni çok doğru yönlendiriyor, çağımızın belası hareketsizliğe ve oturarak oynanan oyun konsollarına inat geliştirilmiş resmen.. üstelik çok da şık. tamamen sana özel hesaplar yapıyor, önerilerde bulunuyor falan.. tamam bu harikalar bir kenara...

ama en en en önemli özelliği, spor yapmanın sürekliliğini sağlayacak şekilde donatılmış olması.. bir hedef belirlemeni ve o hedefe kilitlenmeni sağlıyor, sana günlük hassas ölçümler yapıyor, günlük değişiklikleri bir grafik üzerinde işliyor, ve hergün tepesine binmek zorunda hissetmeni sağlıyor, her yaptığın aktivite dakikasını kumbaranda biriktiririyor, bir gün önce 1,5 saat çalışmışsan ertesi gün 20 dak. çalışınca kendini kötü hissediyorsun, eşin dostun da kendi karakterlerini yaratıyor, oyun ve egzersizlerinde arkadaşlarınla yarışıyorsun, hırs yapıp birbirinizi geçmeye kasıyorsunuz.. siz kastıkça dakikalar birikiyor, kaloriler gidiyor... hatta sana arkadaşlarının dedikodusunu yapıyor resmen...

herkes spor yapar da devamlılığını sağlayamaz, işte bu alette bağımlılık yaratacak herşey düşünülmüş.. tabi grafiğinin istediğin yönde ilerlediğini gördükçe yediklerine de dikkat ediyorsun.. birbirine bağlı pek çok şeyi bünyesinde barındırıyor..

şu anda mı? şu anda yürüyemiyorum.. kapalı bir kapıyı açamıyor, tuvalletten sonra donumu çekemiyorum... kollarım titriyor.. spor salonuna gittiğin ilk günleri hatırla.. işte benzer bir haldeyim..

ama ayakta duruşum değişti, yürüyüşüm değişti, vücudumun ağırlık merkezi değişti, gözle görülen bir dinamizm sardı bünyeyi... hem de 2 günde.. 

işte böyle sevgili sözlük..

+++

Nasıl ama? :) Fiyatın inanılmaz ucuz olması beni daha da cezbeden etkenlerden oldu. Artık maaşı kapıp belirli bölümünü buna yatırmaca ;) 

Bugünlük sanıyorum bu kadar. En azından yarın neyi nasıl yiyeceğimi bilemediğim için akşama doğru minik minik bazı şeyler yazabilirim sanırım...

Genel olarak toparlamak gerekirse:

turgut uyar'ın büyük saat kitabının baskısının bittiğini ve benim buna uyuz olduğumu söylemiş miydim?
büyük ev ablukada neden almanya'da konser vermiyor? açıklama bekliyoruz. ateistlerden de olabilir.
bu satırları yazarken itzhak perlman / john willams -  por una cabeza çalıyor. 
tabii değerli dostum Beril Sun varken "Itzhak Perlman da kim lan?" diyip geçebiliriz çok çabukça. 
diğer yazılardan hatırlarsınız belki Batuhan'ı...Mayıs'ta kız arkadaşı İpek ile evleniyor! Mutluluklar! ;)
Yann Tiersen'in "Comptine d'un autre été, l'âpres-midi"sinin çok değişik bir dub/triphop versiyonu var. haftalardır, hatta aylardır  harıl harıl onu arıyorum. yardım etsenize bana?
bu akşam çamaşıra gidecektim, nasıl yattı belli değil.
yarın çok uzun zamandır sabırla beklediğimiz gündür! Doctor Who'nun 50.yıl özel bölümü.
yarın akşam 20:30'dan itibaren 75 dakika dünya ile bağlantımı keseceğim açıkçası. ulaşamazsınız bana. birkaç görsel ile haftalardır size aslında neden bahsettiğimi minikçe anlatıp olayı taçlandıralım.


tüm doktorlarla tanışın! :)
soldan sağa...
1.doktor: william hartnell - 2.doktor patrick throughton 3.doktor: jon pertwee - 4.doktor: tom baker
5.doktor: peter davison - 6.doktor: colin baker - 7.doktor: sylvester mccoy - 8.doktor: paul mcgann
9.doktor: christopher eccleston - 10.doktor (ki kendisi favorimdir) david tennant - 11.doktor: matt smith
12.doktor peter capaldi'nin fotoğraflarını bölümleri geldikçe burada belirtirim tabii :)

şöyle efsane bir de parodisini yapmışlar, gerçekten çok başarılı olmuş:




durum böyledir :) heyecan son safhada...yatmadan birkaç eski bölümü bile izlerim belki! :)

iyigeceler

Emre 
Bremen | Almanya
23.11.2013 - 01:37

17 Kasım 2013 Pazar

146.Gün: " 10k "

Selam!

Uzun aralıklar vermeye devam...bunu artık bırakmam gerektiğini kendime ne kadar daha hatırlatacağım acaba, merak ediyorum...

Hızlı hızlı anlatayım ;)

Bugün yapacağım tüm işleri Cuma/Cumartesi günü hallettiğimden, Pazar günümü sadece spora ve dinlenmeye ayırdım (ulan sanki normal zamanda kendimi dinlenmeye ayırmıyorum ha?!) 

Cuma akşamı yapacak gerçekten birşey bulamadığım için "bari çamaşırları halledeyim!" diyerek çamaşıraneye gittim. 1.5 saatte herşeyi hallederek, eve döndüm ve bazı katlamalar minik kurutmalar vs. yaparak minik bir vejeteryan tabağı ile akşamı tamamladım :)

salatalık - yoğurt - brokoli - limon - kırmızı biber - maydonoz - bulgur
ve bu tabağa 4.5 euro verdim :) - ucuzmuş lan -

Cumartesi günü sabah 07:30'da sanki Pazartesi'ymiş gibi kalktım, (şunu artık yapmak istemiyorum, rahatça uyumak istiyorum ama olmuyor...neyse.) etrafı temizleyip ütüye koştum :) Formamı giyerek, sıcak evin ortasında usulca ütümü hallederek ("usulca ütülemek" nasıl oluyorsa artık) akşam evime beraber 'Issız Adam' izleyeceğimiz kulüpten arkadaşlarımı beklemeye başladım, ancak herkes pıtır pıtır "gelemeyeceğim" mesajı attıktan sonra ısmarladığım ve bir umut onlarla birlikte de yerim diye düşündüğüm pizzadan birkaç dilim aldım. Evet. kaçamağın böylesi :) Sebzeli, otlu, ıspanaklı ve beyaz peynirli pizzadan 1-2 dilim aldıktan sonra, bildiğiniz kesildim ya...Biraz zorladı gibi...

Bugün uykuyu biraz abarttık! :) Kalktığımda saat 12:15'i gösteriyordu galiba..(yuh yanlız amma uyumuşum be...) Günün genelinde evde pineklemek sureti ile dururken, akşama doğru saat 16:30 civarında "aaa lan bugün Pazar, bari bi spora gideyim de birşeye benzesin" diyerek 15-20 dakikada spor salonuna vardım. 10k'yı (10 kilometre) 83 dakikada koştuktan sonra gebermiş bir biçimde eve gidip bol salatalı minik bir et yemeği sonrası kahve içmek için en uygun anı kolluyorum :)

bu tabii soğuma evresinden :)
ama tabii 83 dakikada 1000 kalori...
ne kadar iyidir bilemedim :)


az et ama bol salata ;) 

çok fena terletti bugün ya! :) 

1000 kalorinin 83 dakikada yakıldığı günün sonunda günü ve tüm haftayı toparlamak gerekirse:

doctor who'nun 50.yıl özel bölümüne tam 6 gün kaldı. 

6.Doktor - Colin Baker.
soru işaretli gömlek dışında elbisesi gayet muazzam.

ikinci bardak kahvemi birazdan içebilirim. tadı gerçekten çok güzeldi.
bu hafta sanıyorum hep 10k koşacağım gibi duruyor. (devrik cümle. ama nasıl devrik belli değil.)
bilgisayarımın yavaşlamasına gerçekten uyuz olmaya başladım.
çok uzun zaman sonra massive attack dinlemeye geri döndüm. mezzanine albümü çok can yakar.
dostum can berk'in güzel bir sinema haberi vermesi ile heyecanlandım. 
sinemada Miles Davis'i, ve 1979'daki müziğe geri dönüşünü Don Cheadle ile birlikte anlatacaklar.
miles demişken "collectors items" albümünün ne kadar muazzam bir albüm olduğunu söyledim mi hiç?
bu albümün plağına ulaşmam gerek kısa zamanda. 
jazz'ı, hele ki miles'ı dijital ortamda dinlemek çok boş.
anneannem yarın safrakesesi taş ameliyatı olacak. ama saat kaçta olacak belli değil. 
akşam taburcu edecekler sanırım.
sabahattin ali'nin "değirmen" kitabı bu akşam bir kere daha bitebilir. sırada "sırça köşk"
bu arada istanbul'a gelmeme de bir ay falan kalmış.
içtiğim kahve gerçekten güzel. Jacobs candır
kraftwerk'in "die mensch maschine" albümüne geçtim. elektronik sevenler varsa yardırsınlar bence.
havalar çok soğuyor. kışı sevmiyorum ama. kalın kalın giydirecek gene.
pazar günlerini seviyorum.
bir ara gene berlin'e gitmek istedi canım.
hasselblad 500c için para biriktirmek gerek.
kenneth branagh'ın hamlet'i (ki 4.5 saatlik tüm oyunu çekmiştir kendileri) 
ve liz taylor'un cleopatra'sının dvd'leri umuyorum ki bu hafta elimde olacak. cumartesi olaylar olaylar.
Tumblr'ı takip etmeye devam edin bence. güzel şeyler bulabilirsiniz.
emreadam.tumblr.com

sanıyorum bugünlük bu kadar.

iyigeceler

Emre
Bremen | Almanya
17.11.2013 - 23:48









6 Kasım 2013 Çarşamba

135.Gün: "Salata, 50 Km Bisiklet ve Analı/Kızlı"

Selam!

Hava artık giderek kendisini göstermeye başladı. Nasıl peki? Dondurarak...insanın kanını dondurarak hem de! :) Biraz önce eve ısınmak için nasıl koştuğumu hatırlamıyorum ya?! Kapıyı kapatınca başıma şiddetli bir ağrının girip çıktığını hissetmek de gerçekten çok rezil bir durumdu! :) Neyseki birkaç dakika sürdü, vakit bu aralar bünyeyi en sağlam şekilde tutabilme vaktidir!

Sabah uyanamıyordum yanlız! Baktım saat 07:21, "öeeeh!!" dedim, "yatsaydım azıcık?!". Aniden kalkarak (ki bunu her yapışımda 'bunu yapmamam gerek!' desem de...) mısır gevreğine koştum, ve her sabah yaptığım gibi hızlıca yüzümü yıkayarak iPad'in başına geçip birkaç dakika da olsa Muhteşem Yüzyıl'a baktım. Evet. Meriem Userli Hürrem'i sonrası Vahide Perçim'in (kocası Altan Gördüm'den ayrıldığından dolayı kızlık soyadını kullanıyormuş. Ya bu arada bu "kızlık" lafı ne kadar acayip/rezil geldi bir anda kulağıma ya? neyse...) oynadığı olgun Hürrem benden tam not aldı (büyük televizyon eleştirmeni konuştu!) ve diğer karakterlere , özellikle Mahidevran'a yapılan makyajlar sabah sabah dibimi düşürdü, yapanın eline sağlık gerçekten ;) Sabahın koşuşturması bu şekilde geçti..

Ofise gitmeden ALDI'den minik 4'lü 1,8%'lik az yağlı yoğurtlardan aldım, ki tadı gerçekten efsane. Her gün 16:30 civarı bir tane alıyorum, ki bugün de bir tane patlattım ;)  

İğrenç bir yoğunluktan sonra 10-15 dakikalık bir nefes arası vermek, bir de kendime salata almak için dışarıya çıktım. Salatayı aldıktan sonra ofise zor attım kendimi, artık yağmur nereme nereme yağıyorsa....

İş yoğunluğundan dolayı rahatlıkla nefes alamadığımızdan masamda yemek zorunda kaldığım öğle yemeği şöyle birşeydi:

göbek- domates - kırmızı fasulye-ton balığı - peynir - yoğurt - zeytin ve siyah ekmek.
(her ne kadar fotoğrafta 'siyah' olarak gözükmese de...) 

Yukarıda dediğim gibi, akşam 16:30 gibi bir tane de yoğurt yedim. O saatlerde midemin gurultusunu iyi kapatıyor! :) Ekmek yok tabii...Tat olarak Activia'ya yakın bir tadı var yediğim yoğurdun..

17:45'te çıktım ve kendimi hemen eve attım. Birazdan dün yediğim karışık salatadan bir tane daha yapıp bolca su içerek mideyi doldurmayı planlıyorum :) Ekmek yok tabii...

pek fazla karışık değil ve öğlen yediğim şeyin aynısı aslında.. zeytin ve ton balığı yok.
ek olarak yağsız yoğurt ve lahana turşusu var.

Sanıyorum akşamı bu şekilde kapatacağım. Sonrasında 'n' sayıda şekersiz çay içebilirim belki...

Yarın, dün gibi 90 dakika bisiklete binebilirim belki: 

90 dakikada 50 kilometre. öldüm diyebilirim.
deneyin. seveceksiniz.

Genellemede bulunmak gerekirse:

bu yazıyı yazarken grup gündoğarken'in 'mest of gündoğarken' albümünü dinliyorum.
albümü ilk dinleyince iki şeyi düşünmüştüm, bktım hala aynı şeyleri düşünüyorum.
"bu ne ya?! şarkıları kuş yapmışlar resmen", "ama abi gene de albüm çok güzel yeaaa?!"
doctor who 50.yıl anma bölümüne 17 gün kaldı. 
o hafta BBC One'daki Doctor Who temalı programlar nefis.
gelecek hafta Issız Adam izlettireceğim almanlara. umarım beğenirler. ben kaç kere izledim kimbilir.
o değil de, sabahattin ali'nin dediklerini dinlesek sanki biri düzlüğe çıkacağız gibi geliyor bana nedense.  
keith haring'i ve zamanında yaptıklarını takip edin, bakın, anlamaya çalışın, sevin, çok sevin derim.
Tumblr gümbür gümbür devam ediyor. arada bakın derim. emreadam.tumblr.com 
bu hafta bir Godard filmi izlerim herhalde. "Breathless" ile dağıtırım, dağılırım diye tahmin ediyorum.
balkonda 5 tane dolu bira şişesi var. birayı, onu geçtim Beck's birasını sevmiyorum. Hennessy candır.
sakal bırakıyorum. yüzümün rahatlaması o kadar rahatlatıyor ki beni, başka, ayrı bir rahatlama geliyor.
evden içeri girdiğimde iki tane büyük örümcek beni karşıladı. Nooluyoruz?!
ha yani sakal bırakıyorum, bırakmazsam da suratım yara bere içinde sivilcelerden dolayı. 
o ne be? ergen gibi sivilce çıkıyor suratımda stresten. hayırlısı be gülüm mode is on.
"mest of gündoğarken - yol aldım sevdalardan" gerçekten güzel kotarılmış yanlız.
(bu laf "kotarılmış" mı "koparılmış" mı diye hep düşünürüm arada. "kotarılmış" kulağa hoş geliyor.)
gün içerisinde gündemi yeteri kadar takip ettikten sonra canım "analı-kızlı çorbası" içmek istedi.
"sean lennon - friendly fire" albümüne bir şans verin derim. gayet muazzam.
çılgınlar gibi beyzbol öğrenmek istiyorum. çılgınlar gibi olmasa da, normal normal öğrenmek istiyorum.

bugünlük durumlar böyle.

iyiakşamlar

Emre
Bremen | Almanya
06.11.2013 - 19:25



4 Kasım 2013 Pazartesi

133.Gün: "Bu Hikaye Bitmez!"

Selam!

Yaklaşık 8 saat önce annemi Bremen Havaalanı'ndan İstanbul'a yolcu ederken telefondan okuduğum kadarı ile kadim dostum Batuhan'ın en son blog yazıma yaptığı naçizane yorum üstteki gibiydi! :)

Bu hikaye tabii ki bitecek, elbette ona dediğim gibi "başlangıcı olan herşeyin bir sonu" olacak..

Düşüncelerim, kafamdaki plan, yazılarımı ya da en temiz hali ile çektiğim "sıkıntıları" 365 günün sonunda tamamlamak, ve 1 senelik bu nispeten zor periyotta nelere katlanarak nereleye geldiğimi görebilmek, gösterebilmek...Ya sanıyorum artık iş Zegna takım elbiseyi de geçti. Baştaki yoğun ve "hardcore" amaç kendisini, sağlıklı bir biçimde öncelikle 85 ve sonrasında sırası ile 80 ve 75 kiloya düşürmekten yana değiştirdi :) Ha tabii şöyle birşey de var, amaçladığım yukarıdaki kiloya ulaştıktan sonra en kısa vakitte Roma biletini ayarlayacağım :) Hahaha :)) Aklıma öğle yemeğini Paris'te akşam yemeğini de Londra'da (ya da tam tersi) yaptığını duyduğum Bülent Ersoy Hanımefendi (!) geldi! :) İtalyan işi bir takım elbise almak için Perşembe-Pazar yerine gitmek de çok efsane olacaktır kesin! :) Oradaki yaşadıklarımı da tabii ki anlatacağım...

Bu yazıları hazırlamak için her bilgisayarın başına oturduğumda iPhone'umu da bilgisayara bağlıyorum, ki fotoğrafları bir şekilde indirip yazıma ilave edebileyim....ama ne yazık ki yaklaşık 5 dakikadır bağlı olan telefonumu bilgisayarım halen tanımadı, birkaç dakika içerisinde tanıyacağını ümit ederek Cumartesi ve bugünü birkaç cümle ile özetlemek gerekirse....

Cuma akşamı İtalyan restoranı hezimetinden sonra (ama yemek gerçekten rezillikti ya....) Cumartesi yemeğimizi evde yiyerek ev sahibim Reinhold Schmarje'ye bir kahve içmeye gitmek, eşi ile birlikte hoş birkaç saat geçirip eve dönüp çantaları hazırlamaya devam etmek (evet..."devam etmek" çünkü annemin 'doldurduğu' çantayı açıp kaparken içinden patlayarak çıkan eşyaları yerleştirmek zor olacaktı!) arzusundaydık :) Hızlıca birşeyler yemeği umut ederken annemin buzluktaki yavruları (!) aklına geldi, ve yaklaşık 15 dakika sonra, Sauce Hollandaise dışında 0 kaloriye yakın şöyle bir tabloyu karşıma çıkardı:

gerçekten inanılmaz bir akşam yemeği idi.


Yukarıdaki tablo, ve nispeten efsane bir beyaz şaraptan sonra (ama ne yazıkki ikinci bardağı içemedim...sanıyorum artık içme limitim düşmeye başladı) Reinhold'ün evine gittik, minik bir alkolsüz şampanya'dan sonra (evet. alkolsüz.) limitsiz çikileta ile bizi iyice şişirmeye gayret gösterdi:

tadının nasıl olduğu konusunda kendisini açıklatıcı bir çikolata olduğuna kanaat getirdik.

Ev sahibinin ve sahiplerinin ev sevmediğim yanı, kesinlikle "tamam, artık misafirin bu kadar içtiği yeter!" dememesi herhalde? :) Annemin o kadar şampanya ve şaraptan sonra sabah yaşadığı baş ağrısı biraz da olsa can sıktı tabii..

Öğle saatlerinde annemi İstanbul'a yolcu ettim :) En azından bir hafta daha kalabilirdi sanki, şahsen ne ara geldi, ne ara cumartesi-pazar oldu, tüm hafta geçti ve cumartesi pazar tekrar gelip bugün İstanbul'a döndü, ben pek anlayamadım. Onu uçağına bıraktıktan sonra, kafeye uğrayarak bir minik kahve içim ve sonrasında eve döndüm. Akşam yemeğini minik bir salata ile geçiştirdim. Hızlı hızlı şu yazıyı yazıp, hemen dükkanı kapatmak telaşındayım açıkçası :) 

etrafta bu tarz minik sürprizlerle karşılaşmak da güzel hani :) 

sanıyorum bu akşamlık bu kadar.

gene de genellemek gerekirse:

"ben de özledim" güzel başladı. yanlız leyla ile mecnun'u izlemeyen o dizinden birşey anlamaz.
osmanlı tokadı'nın kalan iki bölümünü birazdan izlerim herhalde. en azından bir bölümünü.
sabahattin ali'nin "değirmen" kitabının ilk hikayesi "değirmen"i bir şekilde okumanız gerekiyor. net.
doctor who'nun 50.yıl bölümüne tam...(ayşegül d. burada gülüyor!) 19 gün kaldı.
etraf çok sessizleşti ama ya.
beşiktaş maçı kaç kaç bitti? sanıyorum gene beraber kaldılar gerzekler.
portishead'in plaklarını almaya karar verdim. portishead-portishead albümü gerçekten efsane.
portishead dedim de aklıma geldi. 
"portishead - to kill a dead man" isimli kısa filmini bulun izleyin. o çizgide devam etmişler yıllarca.
bu ay içerisinde bir Sol Klarinet alabilirim. 195 yuro. yeni takıntım bu olabilir. TSM'ye düşüyoruz.
yarın ne giysem acaba? geceden elbiseleri hazırlamak büyük kolaylık aslında evet. bi bakayım ya...?
duvarımda asılı duran Hundertwasser sergi afişi Ocak 2012'den kalma. sıkıldım. yeni poster gerek.
bu arada Hundertwasser'i takip edin. gerçekten muazzam bir ressam. viyana'ya giden varsa baksın.
buradaki arkadaşlarla her ay belirli aralıklarla türk filmi izliyoruz. yeni filmimiz sanırım "ıssız adam".
Tumblr gerçekten efsane bir oluşum. özgür düşünce her zaman iyidir. 
emreadam.tumblr.com
sabah corn flakes yiyeceğim. çay hazırlaması acayip kastırır.
black sabbath yeni konser dvd'si çıkardı, bunu söylemiş miydim?
godot gene gelmedi. artık yarın sabahı bekleyeceğiz.
"monk" dizisini izleyen, zamanında takip edip beğenen var mı? varsa bana bi bulaşsın, bulaştırsın.
pazar günlerini sanıyorum seviyorum. haftanın en sevmediğim günü salı. allahım ne gereksiz bir gün.
istanbul'a gelince ilk işim turgut uyar şiirlerinin olduğu yky yayınları kitabını alacağım. aklıma geldi.
iki gün sonra babylon'da büyük ev ablukada'nın konseri var. full faça. şiddetle tavsiye. o asansör türk.
fatih akın film yapsa ya bu ara? en son "der müll im garten eden"ı çektiydi.
alain delon'un Purple Noon / Plein Soleil filminin DVD'sini aldım. bu ara izlerim. muazzama benziyor.
gece yemek yemeği iyiden iyiye kestim. yanlız acayip susuyorum. bol bol su içmece.
blog yazımın tepesindeki fotoğrafımın altındaki bilgilerden kilomu 88'e çeviremiyorum niyeyse.
saat yarımı geçiyor. dükkanı kapatma vakti.

iyigeceler

Emre 
Bremen | Almanya
04.11.2013 - 00:35









1 Kasım 2013 Cuma

131.Gün: "1 Hafta mı Demiştim?"

Selam!

1 hafta durumları birazcık da olsa yalan oluyor gibi :) En azından iki gün önce patronumla birikte çıktığım ve şu ana kadar yediğim en kötü makarnayı yedikten sonra, (ki annemin yediği Lazanya da pek bir rezildi...onun da dediği gibi 'marketten alsak ısıtsak daha bir tadında olurdu".) dün spor salonuna uğrayarak her zaman yapmak istediğim şeyi yaptım, ve tam 50 dakikada 30 km bisiklete bindim! :) Sonrasında 20 dakikalık bir yürüyüş/koşu, ve evin yolunu tuttum :)  

çok efsane gözükmüyor mu sizce de? :)

Bugün de bir günlük bir ara verip, yarın sabah erken saatlerde spor salonuna gidip yukarıdaki plana 25 dakika fazla bir yürüyüş/koşu eklemeyi planlıyorum. Son birkaç haftadır kardiyo'ya düştüğümün de farkındayım aslında evet...

Bu akşam yanlız işin b.kunu çıkaracağız gibi duruyor, şöyle ki annemle çok sevdiği lokantaya gidip tavuk şinitzel (ya da 'şnitzel', bunun da tam nasıl söyleneceğini bilemiyorum ya....) patlatacağız gibi duruyor... Yarın bunu çok acı bir biçimde yakacağımdan hiç şüphe olmasın!

yemekten önceki "vorspeisen" (ön yemekler)
ya da bizdeki has ismi ile, "soğuk tabak"

Ha bir de bu aralar buna takmış vaziyetteyim :) Mentol ve vişnenin vazgeçilmez birleşimi! :) 
Tadı hiç de fena değil ayrıca! ;) 

tadı gerçekten güzel ama ya!

Bugünlük bu kadar sanırsam...en azından Pazar'a kadar beklemedim bu sefer ;) 

Toparlamak gerekirse...

eski iPod'ı kullanıyorum, çok memnunum! neden o kadar zamandır kullanmamışım ki?
ciddi ciddi bir Sol (G) Klarinet almayı düşünüyorum. Türk sanat müziğine düşelim bence!
doctor who'nun 50.sene özel bölümüne bugün itibarı ile 28 gün kaldı.
ütü tıkandı, içerisinde sirke döksek mi, dökmesek mi annemle bir türlü karar veremedik.
gilbert becaud'yu neden önceden dinlemediğime kendime kızarak bir yanıt vermeye çalıştım.
henüz başaramadım.
Fransızca şarkı dediysem madem, bir ara şunu dinleyin: 
"Serge Gainsbourg - Je T'Aime Moi Non Plus"
pazar günü kanyon'da öğleden sonra Kerem Görsev'in imza günü var. Kanyon'u yıkarlar!
telefon inanılmaz derecede yavaşladı. "elmamı" yedim, bekliyorum.
ortalığın kablolar ile dolu olmasını hiç sevmiyorum. keşke herşey kablosuz olsa.
odam bir anda bayağı soğudu. hayırdır inşallah diye düşünüyoruz. 
ya öyle, ya da iyi saatte olsunlar'ın hışmına da uğramış olabiliriz. ikisinden biri. 
tarkan'ın "kır zincirlerini" şarkısı bayağı efsane.
sabahattin ali'lerden sonra bağlanabileceğim bir yazar henüz bulamıyorum. en azından düşünemiyorum.
ha bak, belki Oğuz Atay'a düşebiliriz.
fazıl say'ın "black earth / kara toprak"ını dinledikten sonra türkiye için fazla olduğuna karar verdim. 
keza hiçbir zaman değerini bilemeyeceğiz. 
onun için istediğin yere gitmekte özgürsün Fazıl'ım. değerini kim en iyi bilecekse oraya git kanımca.
bi fransız filmi izleyeceğim bu ara. ismini unuttum ama şu anda söyleyemedim. herhalde pazar günü.
tom kruuz'un "vanilla sky"ı da müthiş filmdir bu arada ha bak aklıma geldi.
('dahi' anlamına gelen "da" yı ben ayrı yazıyorum şahsen)
Tumblr'da yazmaya başladım. arada oraya da bakın derim: emreadam.tumblr.com 

iyiakşamlar

Emre
Bremen | Almanya
01.11.2013 - 18:44